İslam İnkılabı’nın ilkeleri perspektifinden Şehit Süleymani Mektebinin özellikleri - 2 -

Pa, 21/02/2021 - 10:17

Ayette işaret edilen diğer bir nokta; milletlerin, beşeri toplumların çok çelitli karanlıklarda yaşıyor olmasıdır; zulmün, ahlaki yozlaşmanın, cinayet ve şiddetin, masiyetin, Allah'a ve ahirete dair cehaletin içinde yaşamalarıdır.

Welayet News - Ayetin mesajı şu; hem o dönemdeki Beni İsrail  hem şimdiki beşeri toplumlar karanlıkta el yordamıyla yaşamakta olduklarının farkında değiller. Zulumat/karanlıklar içinde yaşamak, hiçbir şeyi görmemek demektir, ne yaptığını, nereye gittiğini bilmemektir. Zulmet de bir iki tane değil, zulmetin envai çeşiti var. Ama nur ve hak, birdir ve bütün karanlıkları ortadan kaldırır. Bütün insanlık enbiyanın öğretilerinden, tevhit ve adaletten yoksun bir şekilde karanlıkta yaşıyor; yani, tüm yapıp ettiklerimiz, ailevi davranışımız, yaşam tarzımız, siyasetimiz, ekonomimiz, cinsel ilişkilerimiz, finansal ilişkilerimiz, aile ilişkilerimiz, boş zamanlarımız ve başkalarıyla ilişkilerimiz karanlıkta, ama nur var.

Elbette milletler bu karanlıktan çıkabilirler, nura açılabilirler, bu imkan var. Örneği de Allah’u Teala’nın Beni İsrail’i karanlıktan çıkarması için Hz. Musa'ya verdiği görevdir. Demek ki hep birlikte topluca çıkışın imkanı bulunuyor, Allah’ın görevlendirmesi ve nusretiyle tabi. Bu ayet, kavmin kurtuluşundan söz ediyor. Sadece bireysel kurtuluştan söz edenler, dinin kişisel ve özel bir olgu olduğunu söylüyor. Oysa, zulümat ve nur bireysel olduğu kadar aynı zamanda toplumsaldır. Kendin nur içinde toplumun zulumat içinde olması yetmez. Bu ayet, Firavun’a karşı kıyam etme emridir. Bu emir, dini hükümdür; yani, bu sistemi ve mevcut düzeni yık. Firavunlar bugün de dünyaya hakimdir ve emir de kavmini ve tüm beşeri kavimleri zulamattan nura ‘çıkar’ emridir. Bu hüküm ne kadar şer’i, ilahi ve kutsal ise onunla amel etmemek de o kadar masiyettir, günahtır; çünkü milletler kurban ediliyor, bireyler değil.

Öyle görünüyor ki, İslam İnkılabı Rehberi, böyle bir ayeti, nur ve zulamatın görmek ve görmemek, cehalet ve bilinç demek olduğunu söylemek için gündeme getirdi. Yani eğer milletleri bilinçlendirebilirseniz kendileri sizlerle birlikte gelecektir. Ahric/çıkar emrinin manası, halkı zorla, zincirle nura çıkarmak demek değildir. Millet zorla kurtarılamaz. Halkın kendisi, milletlerin kendisi kıyam etmesi gerekiyor. Kuran, insanlar kıstı, adaleti ikame edip uygulasınlar diye peygamberlerin Allah tarafından gönderildiğini buyuruyor. Adalet genelge ile gelmez. Hükümetlerin ve özgürlükçü liderlerin bir sorumluluğu var ama asıl kıyam etmesi gereken milletlerdir.

Eğer milletleri bilinçlendirirseniz, kendileri için hak ve batıl, adalet ve zulüm, istikbar cephesi ve direniş cephesi netleşirse kavmin çıkış yapma zeminini sağlamışsınız demektir. İnkılabın ihracatının bir bölümü, Hac Kasım Süleymani ve Kudüs Gücü’nün mustazafları kurtarma ve mazlum milletlerin feryadına yetişme yönündeki projesi olmuştur. Bu işler parayla yapılmadı; kanla, ideolojiyle, ihlasla, tecrübe, örgütleme ve cihad ile yapıldı. Amerika bölgede yedi milyar dolar harcadı ama yenilgiye uğradı. Bölgede zafer projesi ve devrimin ihracatı paraya dayalı bir proje değildir. Irak’ta, Suriye’de ve bazı bölge ülkelerinde kimileri diyor ki İran bizi kendine feda etti. Vekalet savaşıyla Amerika ile hesaplaşıyor ve biz de onun kurbanı oluyoruz diyorlar. Oralarda böyle tebliğ ediyorlar. İran’da da bir grup, ‘bütün paralarınızı Kasım Süleymani’ye verdiler ve bu paraları Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de ve Yemen’de harcadı’ diyor. Tüm bunlar elbetteki yalan söylentilerdir. Eğer mesele parayla hallolsaydı, Amerika, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri binlerce milyar dolar harcadı ve hala da harcıyor, peki neden hepsi yenildi?

Dolayısıyla Allah’u Teala’nın, Resul-i Ekrem’e (s.a.a), ‘beşeriyeti karanlıktan aydınlığa çıkarma memuriyetini sana verdik’ buyurması üzerine bu çizgi ve mektep bütün enbiyanın, İmam’ın ve Süleymani’nin mektebidir. Hepsi o mektebin öğrencileridir. Bu mektep, ‘milletlere karşı duyarsız olmamalısın ve toplumların karanlık, zülmet, çaresizlik ve felaket içinde yaşamasının, istibdat ve istismar altında ezilip aşağılanmasının bir önemi yoktur ve beni ilgilendirmez dememelisin’ diyen bir mekteptir.  

İran’da bazıları, ‘İran halkının tahakküm altında olmasından bize ne?’ diyordu. Bunun bana nesi ve sana nesi yoktur, kıyam etmekle muvazzafsınız. Kendisine ve diğerlerine yardım edebilen her millet, harekete geçmelidir. Nura ve zulumata karşı duyarsız olmamak gerekir. Devrimin mesajı da budur. Ahric qewmeke: yani topluma karşı duyarsız olma, halkı uyandır ve harekete geçir. Kendilerine nuru/ışığı göster, kendi de öne düş ki onlar da gelsinler. Bu olay, şu an İran’da ve bölgede geniş bir yelpazede yaşanmaktadır.

Burada, akımlara, özgürlükçü hareketlere, devrimlere ve hükümetlere liderlik yapma konusuyla irtibatlı bir nokta da şudur: milletleri herkes kurtaramaz; kendilerine, dünyaya, güce, şehvet ve şöhrete düşkün olanlar, milletleri karanlıklardan nura doğru götüremezler, devrimlere doğru liderlik yapamazlar ve bir süre sonra devrim karşıtına dönüşüp yeni bir istikbar ve istibdat haline gelirler. Fransa devrimi, kurtarıcı ve özgürleştirici bir devrim olarak şekillendi, ancak Napolyon döneminden yirminci yüzyılın başlarına kadar, birinci ve ikinci dünya savaşları öncesinde cani ve vahşi bir sömürgeciye dönüştü. Şimdi ise artık süper bir güç değil.

Ayetin diğer bir noktası, ‘eyyamullah’ kavramıdır. Bütün günler, Allah’ın günleridir ama Allah'a has günler nasıl sayılıyor? Neden belirli mekanlar, günler, şahıslar ve hadiseler artı bir kayıt ve nispetle anılıyor ve Allah onları doğrudan kendine nispet veriyor? Bütün günler Allah’ın günleri oldukları oldukları halde neden Hz. Musa’nın (a) mucizeleri, zaferleri “eyyamullah’ olarak adlandırılmıştır? Neden hak cephesinin büyük zaferleri sıradışı bir şekilde meydana geldi ya da düşmanın büyük zaferlerini hezimete dönüştürdü? Çünkü halkın kurtarılması, beşeri toplumların kurtuluş imkanı, toplumsal sorunların çözümü ve karanlıklardan çıkmanın şartı, ‘eyyamullah’ın önemsenmesi ve dikkate alınmasıdır.

Eyyamullah (Allah’ın günleri), içinde büyük olaylar yaşandığı için daha fazla önem kazanan ve Allah ile ilişkisini daha iyi hissettiğimiz günlerdir. Örneğin Kerbela vakıasının Allah ile has bir ilişkisi vardır. Kerbela vakıası, sıradan bir vakıa değildir ve Allah, yaratılmışlar, mülk ve melekut arasında özel bir ilişki kuruldu. 

Bu ayetten anladığımız diğer bir şey de, eyyamullah’ın bizden önce yaşandığı gibi şu anda ve gelecekte de yaşanacak olmasıdır, ancak olaylar maddi ve addi hesaplamalara göre açıklanamaz biçimdedir. Görünürde, mağlup olmanız gerekirken galip oldunuz ve galip olmanız gerekirken mağlup oldunuz. Bütün öngörülerin, maddi hazırlıkların aksine bir takım olaylar yaşanır. Peygamberlerle ilgili bütün hadiseler büyüktür. Peygamberimiz döneminde Mekke’nin fethi, yavmullah’tı. Hz. Musa  (a) ve Hz. İsa (a) dönemlerinde ‘eyyamullah’ tabiri bu anlamda kullanılmıştır ve maddi gerekçelerle yorumlanması mümkün olmayan büyük bir olayın göstergesidir.

Eyyamullah’ta (Allah’ın günlerinde) yaşanan hadiseler, normal hadiseler değildir ve normal olmadığını herkes anlar. Fakat bu hadiselerin anlamını ve önemini ancak sabbar ve şekur olanlar kavrayabilir ve onların dışındakiler doğru anlamaz. Bu oldukça önemli bir nokta. Eyyamullah, Allah’ın has ayetlerinin zuhur ettiği günlerdir, ama ne var ki herkes bunun sıradan bir olay olmadığını, ilahi bir hadise olduğunu aynı anlamda ve ölçüde anlamaz. Şehit Süleymani’nin cenaze merasimini herkes gördü fakat bazıları da olayı fiziki olarak açıkladılar ve işin içinde Allah’ın elinin olduğunu anlamadılar.

Yani aslında bu ayet buyuruyor ki, sabbar ve şekur olanlar anlar. Sabbar ve şekur: sorunlara, zorluklara ve tehlikelere karşı diz çökmeyen, güçlü, dayanıklı ve kendinden zafiyet göstermeyen kimseler demek. İkincisi de, zaferler, nimetler ve ilerlemeler konusunda çapsızlığa düşmeyen, açık vermeyen, Allah’ı unutmayan, hak ve batılı ayak altına almayan ve zaferden sonra adaleti gözeten kimseler demek. Bu kaide, Allah’ın bu ayette buyurduğu genel bir kaidedir. Bu ayet, hem antropolojiye hem eğitime ilişkindir.

İlahi ayetler, yavmullah’tır. Kimi yetkililer, münevverler, ulema ve halkın bir kesimi anlamıyorlar ve bütün bunları maddi olarak yorumluyorlar. Görüyorlar ama bunun ayet olduğunu anlamıyorlar, tüm bunların Allah ile ilişkisini kavramıyorlar. Bu da çok önemli bir bahis. Allah’u Teala buyuruyor ki, eğer sabretme ve şükretme gücünüz, kapasiteniz yüksek olursa bu tarz milli ve ferdi eğitim, istisnasız ve her zaman meseleleri idrak edip anlamanızı sağlar ve o zaman huzura kavuşursunuz, güçlü olursunuz, tevekkül edersiniz ve daha emin bir şekilde ileriye gidersiniz.

Diğerleri de aynı sahneyi görüyor ama senin yaptığın yorumu yapmazlar ve onu anlamazlar. Bunlar ayettir ama herkes için değil. Burada amel, nazara/bakışa müdahale eder; yani devrimci sabrın ve daimi şükrün ehli olmalısın. Şükür, sahip olduğun ve Allah’ın sana verdiği imkanlara, doğru bir lisani ve ameli tepki vermendir. Sahip olduğun her şeyden doğru yararlanman, onların Allah’la ilişkisini anlayıp kendini şekur ve borçlu bilmendir. Allah’u Teala buyuruyor ki, bunların epistemik sonuçları vardır ve bu türden insanlar bir takım sahneleri, olayları Allah’ın bir ayeti, bir nişanesi olarak görürken aynı şeyleri diğer kimseler de gördüğü halde onların ilahi yorumunu yapmazlar.

Bazı yetkililerimiz sürekli büyük güçlerden korkuyor, habire haraç veriyor ve ne kadar çok tahkir ve tehdide uğruyorlarsa yaptırımlar da o kadar artıyor. Neden? E çünkü sabbar ve şekur değiller de ondan. Kendi gözleri önünde yaşanan eyyamullah'ı anlamadılar, bunların ilahi ayetler olduğunu kavramıyorlar, ilahi ve tevhidi bakışları yok. İmam Humeyni (r.a), ‘Amerika’dan korkanlar yeterince nefis tezkiyesi yapmadıkları için, nefislerini yeterince ıslah etmedikleri için korkuyorlar’ diyordu. Nefsini arındıran ve tevhidi bakışa sahip bir kimse, bu ülkelere ‘büyük güçler’ demez, dünya ile barışmaktan söz etmez. Kimler dünya oluyor? Dünyayı sömürüp kanını emen bu üç ülkeye mi dünya diyorlar?

Sabbar olmak; problemler karşısında güçlü durmaktır, birkaç sorun, tehdit ve suikastten korkmamaktır, tereddüt etmemek, gevşememek, geri çekilmemek ve haraç vermemektir. Bu ayet buyuruyor ki, sabbar ve şekur olursanız dünyada, siyasette ve her alanda yaşanan gelişmelere dair yeni bilgiler, daha iyi bir kavrayış size verilecektir; diğer bir deyişle, bu ruhi ve manevi güç yeni bir zihinsel idrake, bir takım has bilgilere kapı açar. Ve malum oluyor ki her şeyi bilmek herkese nasip olmaz ve herkes her şeyi anlayamaz.

Eğer kendimizde ruhi ve manevi kabiliyetleri, güçleri vücuda getirebilirsek daha aşkın olan bir takım hakikatleri anlayacağız. Özellikle eyyamullah başta olmak üzere ilahi ayetlerin bizim için idrak ve bilinç kaynağı olmasının bedeli, direniş ve şerh-i sadr ehli olmamızdır. Eğer sabır ve şükrü içselleştirirsek yenilgide ve zaferde zorluklara ve ferahlıklara dair gözümüz açılır, başkalarının görmediği meseleleri görmeye başlarız. En zor şartlarda herkes korkar ama biz artık kokmayız. Sabbar ve şekur insan, epistemik hataya düşmez.

Bu hutbede bu ayetin seçilmesi ve eyyamullah’tan söz açılmasının da nedenini teşkil eden bir diğer nokta, yaşanan ve sabır gerektiren olay ve gelişmelerin içyüzünü anlamaktır. Bazı meseleler acele ederek, tek yönlü bakışlarla anlaşılmaz. Bazen bir olay yaşanır yaşanmaz hemen onun hakkında ahkam keseriz veya geçici bir zafer gerçekleşince hemen seviniriz. Her ikisi de yanlıştır. Ayette bir anlamda şöyle bir mesaj da var: devrimci sabra, kamil sabra sahip olun, az tahammüllü olmayın, çabuk tepki vermeyin ve hemen pes etmeyin.

 

Devamı geliyor...

Çeviri:Mehmet Gönül

Welayet News



Yeni yorum ekle