İmam Humeyni’nin düşünce sistemi ve İslam Devrimi ile ilişkisine genel bir bakış

Pa, 18/02/2024 - 01:09

İmam’ın (r.a) bahsettiği siyaset, dinle özdeştir, aynıdır. Başka bir deyişle, din, toplum yönetimi alanında siyasetle kesişir ve onu şekillendirir, ona teayyün kazandırır. Kur'an tarafından tanıtılan, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) şahsiyetinde en yüksek düzeyde somut örnek olarak temsil edilen, İmam Ali’nin (a.s) hayatında tecelli eden ve Hüseyni Aşura destanında zuhur eden İslam, siyasetin de rükünlerinden birini oluşturduğu İslam’dır.

Welayet News  - 

Tasnim/ İran İslam Devrimi 20. yüzyıl siyaset dünyasında kalıcı bir destan sayılsa da ancak onu diğer devrimlerden ve diğer ülkelerdeki benzer siyasi ayaklanmalardan ayıran şey, bu toplumsal kıyamda yer alan güçlerin maddiyatı aşan aşkın motivasyonları ve fikri motifleridir. Bu ayırt edici yönler ve özellikler  herkesten önce ve daha çok, devrimin tartışmasız lideri İmam Humeyni'nin (r.a) şeçkin şahsında kendini göstemiştir.

O rabbani ve ilahi bilge, fıkıh, felsefe ve siyasetin üç alanını harmanlayıp bütünleştirerek “feleğin çatısını çatlatıp yeni bir planın temelini atmayı” başarmıştır. İşte bu nedenledir ki, İslam Devrimi hakkında ülke içi ve dışındaki düşünürlerin yapmış ve yapmakta oldukları sayısız analizlere ve betimlemelere rağmen, yine de devrimin ve evleviyetle de İmam Humeyni'nin (r.a) gerçek mahiyeti nâmalûm ve erişim dışı kalmaktadır.

Ancak bilgi sermayemizin sınırlı ve az olmasına ragmen, devrimin ve İmam’ın (r.a) şahsiyetinin boyutlarını tespit etme ve tanıtma yönünde çaba göstermekten vazgeçemeyiz ve vazgeçmemeliyiz.

Bu amaçla Dr. Muhammed Fenai Eşkeveri’ye gittik ve İslam İnkılabı ile İmam Humeyni’nin felsefeyle ilişkisini bir filozof ve din aliminin anlayış pençeresinden açıklamaya çalıştık.

İmam Humeyni Eğitim ve Araştırma Enstitüsü'nde uzun zamandır felsefe dersi veren Üstad Fenai ile yaptığımız söyleşiyi ilginize sonuyoruz.

Sayın Fenai, İmam Humeyni’nin (r.a) düşüncesinin bariz özelliklerinden biri, insana ve dünyaya farklı bakış tarzıdır. Sizce İmam'ın epistemolojisi İslam dünya görüşü ve antropolojisinden ne ölçüde etkilenmiştir?

Her şeyden önce, İmam Humeyni’nin (r.a) bir İslam alimi olduğunu ve düşüncesinin temelleri de İslami ve Şii düşüncesinin temelleri ile aynı olduğunu bilmeliyiz. İslam, bir yaşam tarzının temelini oluşturan, insanın kurtuluşunu ve mutluluğunu hedefleyen bir marifet nizamı ve sistemidir. İslam maarifi birbiriyle ilişkili ve uyumlu olan inanç sistemi, ahlâk sistemi ve fıkıh sisteminden oluşur. İrfan da bu sistemlerin batıni yönüdür, iç yüzüdür. Her üç sistemde de ana eksen tevhittir. İnanç sistemindeki eksen, tevhidi marifettir; ahlâk sistemindeki eksen, tevhidi sevgidir; fıkıh sistemindeki eksen ise, tevhidi itaat ve kulluktur. Bu maarifin kaynağı Kur'an ve sünnettir. Ki Şii bakış açısına göre sünnet, Hz. Peygamber'in ve onun Ehl-i Beyt'inden olan masum imamların sünnetini kapsar. Bu marifete ermenin yolu ise akıl, nakil ve sezgidir. Bir filozof, arif ve fakih olarak İmam Humeyni (r.a) dini maarifi anlamak için tüm bu yöntemlerden yararlanmıştır.

İmam Humeyni'nin düşüncesinde ve İslam Devrimi'nde Sadrâi hikmetin (Molla Sadra felesefesinin) yeri nedir?

İslam felsefesi, filozofun Allah'ı, dünyayı ve insanı akli yolla anlamaya ve açıklamaya çalıştığı bir tür akli/rasyonel ontolojidir. İslam felsefesi farklı dönem ve merhaleleri geçirmiştir. Sadrâi hikmet bu felesefenin geldiği son merhaledir. Sadrâi hikmet, önceki filozofların, ariflerin birikimlerinden ve kazanımlarından yararlanması ve çeşitli yöntemleri kullanması hasebiyle İslam felsefesinin ulaştığı son aşamadır.

İmam Humeyni (r.a) Sadrâi hikmete derinden vakıftır ve onun önde gelen hocalarından ve uzmanlarından biri olarak kabul edilir. Sadrâi hikmet esas olarak en geniş anlamıyla ontolojiye dönük aklani ve irfani yaklaşıma tekabül eder. İslam Devrimi, İmam Humeyni'nin bir bütün olarak düşünce sisteminin sonucudur ve bu düşünce sisteminin bileşenlerinden biri de Sadrâi hikmetidir.

Elbette şunu da eklemek gerekir ki, İmam'ın Şii anlayışla İslam'ın irfani boyutuna gösterdiği ilgi, felsefi boyuttan daha fazladır. Şüphesiz İmam Humeyni'nin düşünce mecmuasında Sadrâi felsefe önemli bir yere sahiptir, ancak bu felsefenin İslam Devrimi'ndeki rolü abartılmamalıdır. İslam devrimi, İmam Humeyni'nin itikadi, ahlâki ve fıkhi sistemini içeren İslamolojisine dayanmaktadır. Dolayısıyla kökleri Kur'an ve Sünnet'e dayanan hikmet de irfan da ahlâk ve fıkıh da İslam'ın ilkelerini ve İslam İnkılabı'nın fikri temellerini anlamada ve açıklamada rol oynamaktadır. Hikmet-i mütealiyenin  İslam Devrimi’ne etkisi, İslam inanç sisteminin rasyonel açıklamasına etkisi üzerinden olmuştur.

İmam (r.a) genel olarak felsefeye hangi bakış açısıyla bakardı?

Felsefe insanın akletmesinin bir sonucudur ve akıllı bir insan ona yabancı olamaz. Akli ve felsefi düşüncenin yardımı olmadan dinin itikadi temellerinin aklani/rasyonel idrakı mümkün değildir. Bu, hem aklın gerektirdiği hem de Kur'an ve Sünnet’in bizi davet ettiği bir durumdur. Bu nedenle Kur'an ve Sünnet maarifine derinden vakıf bir alim olan İmam Humeyni'ye (r.a) göre akli hikmetin yüksek bir yeri vardır.

İmam Humeyni'nin (r.a) kendisi de bir filozoftur ve çeşitli eserleri de bunu göstermektedir. İmam Humeyni'nin Esfar ve Şerh-i Manzume ile ilgili derslerinin bazı bölümleri yayımlandı. İmam’ın (r.a) “Taleb ve İrade” adlı kısa risalesi tek başına onun hikmet-i mütealiyeye hakim olduğunu göstermeye yeterlidir.  Ancak İmam aynı zamanda bir arif olduğundan felsefeyi marifetin tek yolu, marifetin en üstün türü olarak görmez ve felsefeyle yetinmez. Her ne kadar aklen ve şer’en akıldan ve aklın ürünü olan felsefeden azami derecede faydalanmamız gerekse de, bununla yetinmemeliyiz.

Felsefenin de ötesinde hakikatlerin doğrudan müşahedesi ve sezilmesi, irfan dediğimiz arınma, temizlenme ve ubudiyet yoluyla gerçekleşir. İmam Humeyni (r.a) açısından irfanın konumu felsefenin konumundan çok daha yüksektir ve kendisi her ikisinden de yararlamıştır. Şunu da eklemeden geçmeyelim; İmam Humeyni’nin bahsettiği ve aradığı irfan, din ve velayet ışığında yol alan bir irfandır. Dolayısıyla irfanın ilmi bulgularının da son kertede akla ve vahye sunulması ve o ölçülerle tartılması gerekir.

Sizce İmam Humeyni (r.a) İslam İnkılabı'nın temelinin atılmasında ve liderliğinde Molla Sadra'dan ne ölçüde etkilenmiştir?

İmam'ın düşüncelerinin sadece Molla Sadra'dan etkilendiğini düşünmüyorum. Elbette ki İmam, metafizik ve teoloji konusunda Molla Sadra'dan etkilenmiştir ve bunda şüphe yoktur, ancak devrim konusunda İmam’ın düşüncelerinin Sadra ile pek bir bağlantısı yoktur. İmam’ın felsefe ehli olduğu şüphesizdir fakat onun düşüncesi ağırlık olarak irfani ve İbni Arabi’den etkilenen bir düşüncedir. Elbette yüzde yüz İbni Arabi’nin izleyicisidir demek istemiyorum.    

İmam (r.a) bağımsız düşünürdü ama genel bakış olarak İbni Arabi’nin irfani sistemini kabu ederdi. İmam büyük bir fakihti ve fıkıh alanında velayet-i fakih nazariyesini gündeme getirmiştir. O, büyük Müslüman düşünürlerden biridir. Felsefi, irfani, fıkhi, isyasi ve içtimai düşüncelere sahiptir. Bir bütün olarak bu düşünceler İmam'ın tefekkürünü şekillendirmede etkili olmuştur ve İslam felsefesi de onun düşüncesinin yönlerinden biridir.

İrfani, felsefi veya fıkhî bir boyuta odaklanıp meselelere tek taraflı bakan pek çok kimse olmuştur ve bu eksik bir bakıştır. Fakat İmam'ın düşüncesinde aklani, manevi, nakli, fıkhi, siyasi ve içtimai alanlara dönük bir kapsayıcılık görülmektedir. Bu nedenle tek bir boyuta odaklanıp diğer boyutları ihmal etmemeliyiz; çünkü bu durumda İmam'ın bakış açısının doğru bir resmini ortaya koymuş olmayız.

İmam'ın toplumsal alanda felsefeden aldığı şey, vahdet-i vücud veya hareket-i cevheri gibi spesifik bir teori değil, aklın ve rasyonelliğin azami düzeyde kullanılmasıdır.

Sayın Fenai, İran İslam Devrimi, dini siyasetten ayırma düşünesinin dünya liderlerinin zihniyetine hakim olduğu bir ortamda gerçekleşti. Buna rağmen, İmam Humeyni'nin (r.a) liderliğindeki İslam Devrimi meyveye durdu ve geçen kırk yıldan fazla bir süreden sonra bu düşünce tüm Müslümanlar için hala diri ve istifade edilebilir bir modeldir. Sizce, farklı sınıf ve toplumlarda bu kadar derin etki bırakan İmam'ın (r.a) siyasi düşüncesi hangi esaslara dayanmaktadır?

Bu soruya cevap vermeden önce bir giriş yapmam gerekiyor. Esasen akli hikmetin eski çağlardan beri teorik ve pratik olmak üzere iki kolu olmuş ve siyasi hikmet, pratik hikmet ve felsefe içinde yüksek bir yere sahip olmuştur. Eflatun (Platon) ve Aristoteles siyasal düşüncenin öncüleri arasında yer almış ve siyaset felsefesi her zaman Batı'da felsefenin popüler dallarından biri ve felsefenin en verimli dallarından biri olmuştur. İrfani hikmetin de teorik ve pratik olmak üzere iki kolu vardır ve birçok gelenekte irfan daha çok pratik koluyla tanınmıştır. İrfani şuhud/sezgi, irfani seyrin, yolculuğun sonucudur. Dini ve imani hikmet de bu iki alanı kapsamaktadır.

Öte yandan ilahi dinlerin öğretileri “akaid ve ameller”, “akaid ve vazifeler" olmak üzere iki alana ayrılmaktadır ve bu arada İslam kapsamlı bir din olarak hem bireysel ameller ve ödevlerle hem de toplumsal ameller ve görevlerle ilgilenmektedir. Dinin amacı insanın kemale ermesi olduğundan ve insanın bireyselliğinin yanı sıra toplumsal bir boyutu da olduğundan dolayı din hem bireysel hem de toplumsal alana önem verir. Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Masum İmamlar (a.s) ümmeti hem manevi hem dünyevi olarak yönetme ve ona liderlik etme konumuna sahiptirler. Buna göre İslam fıkhında da ibadet ve müamelat olmak üzere iki kısım bulunmaktadır.

Adalet, kıst, yargı, cihad gibi ödevlerin ve değerlerin birçoğu, ümmetin içtimai boyutuna dönüktür. Dolayısıyla filozof, arif ve kapsamlı bakış sahibi bir fakih olarak İmam Humeyni'nin (r.a) siyasi düşüncesi, insana ve insani kemale yönelik böyle bir bakış açısına dayanmaktadır.

Bu devirde İslam'ın ihyacısı ve dirilticisi olan İmam, İslam'ı kendi bütünlüğü içinde düşünür. Bunun da ötesinde, İmam Humeyni'nin (r.a) İslam'ın siyasi boyutuna özel önem verdiğini ve onun en ihyacı vechesinin dinin bu boyutuna dönük olduğunu söylemek gerekir. Çünkü dinin bu boyutu tarih boyunca terk edilmiş, hatta birçok şeriatçı tarafından unutulmuş ya da en azından pratikte askıya alınmıştır.

İmam'ın bakış açısına göre siyasal İslam'ın tanımı nedir ve onun bütünlüğüne nasıl varılabilir?

Siyaset, toplumu yönetmektir. İslami siyaset, toplumun İslami öğretilere göre yönetilmesidir. “Siyasal İslam”, pek de uygun bir ifade değil; çünkü bu ifade İslam'ın siyasete indirgenmesini akla getiyor. Siyasal olmayan İslam’a karşı bir İslam türü olarak siyasal İslam diye bir şey yoktur. İslam'ın metninde siyaset vardır. Ancak İslam'ın siyasi boyutu bazen ihmal edilmiş, bazen de yanlış anlaşılmıştır.

İmam’ın (r.a) bahsettiği siyaset, dinle özdeştir, aynıdır. Başka bir deyişle, din, toplum yönetimi alanında siyasetle kesişir ve onu şekillendirir, ona teayyün kazandırır. Kur'an tarafından tanıtılan, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) şahsiyetinde en yüksek düzeyde somut örnek olarak temsil edilen, İmam Ali’nin (a.s) hayatında tecelli eden ve Hüseyni Aşura destanında zuhur eden İslam, siyasetin de rükünlerinden birini oluşturduğu İslam’dır.

Bu yüzden, İmam'ın dine kapsamlı, akılcı ve mükemmeliyetçi yaklaşımında siyasi unsur oldukça belirgindir. Bu yaklaşımda İslam, adaleti, ıslahı, halka ve medeniyet kurmaya hizmet etmeyi hedefler, bunun uğraşısını verir. Bu, dinin kaynakları ve dini liderlerin hayatları incelendiğinde açıkça ortaya çıkan İslam'dır.

İzin verirseseniz, İmam'ın düşüncesinin başka bir temel konusuna değinelim. Bildiğimiz gibi Müslümanların başarısında etkili en önemli faktörlerden biri vahdet konusudur. Bu konu özellikle siyasi işlerin genel boyutunda kendini göstermektedir. İmam’ın İslam ümmetinin birliğine vurgu yapmasının sebebi nedir?

İmam (r.a), sürekli Müslümanlar arasındaki birliğe vurgu yapmıştır.Çünkü İslam'ın siyasi idealinin pratikte gerçekleşmesindeki en önemli etkili unsurun İslam ümmetinin birliği olduğunu kavramıştı. Nitekim İslam toplumlarının gerilemesindeki en önemli etken, tarih boyunca Müslümanlar arasında var olan tefrika ve bölünme olmuştur.

Tefrika, teşettüt, Müslümanların zayıflamasına ve düşmanın onlara musallat olmasına neden olmuştur. İmam, Müslüman mezhepler, gruplar ve fırkalar arasındaki farklılıkları göz önünde bulundurarak birliğe vurgu yapar. Bu birlik mutlaka tüm farklılıkların ortadan kaldırılması anlamına gelmez; çünkü böyle bir şey mümkün değildir ve birlik için farklılıkların giderilmesinin şart koşulması işi yukuşa sürmek ve imkansız hale getirmektir.

İmam, kaçınılmaz olan mezhep farklılıkları ile anlayış ve yorum farklılıklarının varlığına rağmen, Müslümanlar arasında en temel unsurlardan biri olarak vahdeti muhkemleştirme ve pekiştirme peşindedir. Yani ortak hedeflere ulaşabilmek için kardeşlik ve işbirliği içinde olmalıyız. Aslında İmam Humeyni (r.a), ümmeti ileri görüşlü olmaya, ön yargılardan ve dar görüşlülükten uzak durmaya, ortak inanç ve ideallere yaslanmaya davet etmektedir. İmam'e göre vahdet, İslam ümmeti için zaferin sırrı ve izzetin anahtarıdır.

İslam ümmeti arasında mezhepsel, ırksal, ulusal ve sınıfsal ihtilafların ateşini körükleyenler, İslam ümmetinin izzet ve iktidarının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır.

Tefrika, İslam ümmetinin bütünlüğünü bozar ve onu içeriden parçalar. İslam düşmanlarının, İslam ümmetine musallat olmak ve onun güçlenmesini engellemek için ümmetin arasında tefrikayı körüklemeleri, bu amaçla karmaşık ve derin planlar yapmaları boşuna değildir. İslam Devrimi, İmam Humeyni'nin (r.a) önderliğinde İran milletinin birlik ve bütünlüğü sayesinde zafere ulaşmıştır.

İmam (r.a) şahlık sisteminin yıkılması ve İslami sistemin kurulmasının tek bir kişinin, bir grubun, bir partinin, bir cephenin, bir cenahın yapabileceği bir iş olmadığını doğru kavramıştı. Bu çalışmanın İran toplumunun sel-asa ve tek parça halindeki hareketinin bir bütün olarak birleşik hareketiyle ancak mümkün olacağını görüyordu ve öyle de oldu. Devrimin ayakta kalması ve nizamın başarısı da ancak böyle bir birlik ve tek yüreklilikle mümkündür.

İslam ümmetinin izzetini ve azametini yeniden tesis etmek için çabalayıp mücadele eden pek çok alim ve muslih olmuştur. Fakat hiçbiri İmam Humeyni (r.a) gibi davranıp etkili ve yol gösterici olamamıştır. Sizce İmam'ın başarısının sırrı neydi?

İmam'ın kişiliği birçok bakımdan olağanüstüydü. İmam'ın feraseti, basireti, öngörüsü ve kapsamlı bakışı benzersizdi. İmam, hikmet/felsefe, irfan, fıkıh ve siyaset alanlarında bir teorisyendi ve aynı zamanda sağlam bir imana ve güçlü bir iradeye sahip pratik bir kişiydi. İmam hem ilmi ve teorik açıdan, hem ruhi ve ameli açısından güçlü bir şahsiyetti ve her iki boyutta da kendisini inşa etmişti.

İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu özgün bir ruhiyeye sahipti. İmam'da cesaret, hamiyet, izzet ve Allah’a kulluk gibi insani faziletler oldukça belirgindi. Onun, müstekbilerin azgınlığı ve zorbalığıyla mücadelesi, müstazaflara, mazlumlara arka çıkması, onları tiranlığın ve sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtarma ve özgürleştirme mücadelesi böyle bir ruhtan doğmuştur.

İmam ile tarihteki birçok lider arasındaki en belirgin farklardan biri de onun hareketinde ve kıyamında kişisel ve bencil amaçlar aramamasıydı. Güç, zenginlik ve şöhret kazanmanın peşinde değildi. Bunların İmam için hiçbir değeri yoktu.  O, dünyadan kopmuş ve tevhide (tevhidin hakikatine) ermişti. Görevini yerine getirmekten ve Allah'ın kullarına hizmet etmekten başka bir amacı yoktu. Kısacası İmam Humeyni'nin başarısı imana, Allah’a kulluğa, ruhi arınmaya, kapsamlı bakışa, güçlü ve tek parça bir kişiliğe sahip olmasına dayanıyordu ve elbette bu başarının sırr’ül-esrarı ve müsebbib’ül-esbabı ilahi inayetti.

Yine şunu da vurgulamak gerekir: Güçlü bir aklaniyet/rasyonellik olmadan bu hareket mümkün olmazdı ve felsefenin rolünü de bu rasyonelliğin takviye edilmesi ve genişletilmesinde görmek gerekir.

Çev. Mehmet Gönül / Welayet News  

 

 



Yeni yorum ekle