Emirü'l-Mü'minin İmam Ali (a.s)'ın siyasi ahlak ilkeleri nelerdi? (1)

Per, 08/02/2024 - 17:38

İmam Ali’nin  devlete bakışı, devlete dünya eksenli ve güç merkezli bakışla temelde ayrışan ilahi bir bakıştır. Onun nazarında kainat, Hak Teala’nın mahluku ve Hak Teala da kaiantın mutlak sahibidir; O, insanları kendi haline terk etmemiştir, aksine onları gerçek kemale hidayet etmenin şartlarını peygamberleri göndermek yoluyla oluşturmuştur.   

Welayet News  - İmam Ali’nin devlete bakışı, devlete dünya eksenli ve güç merkezli bakışla temelde ayrışan ilahi bir bakıştır. Onun nazarında kainat, Hak Teala’nın mahluku ve Hak Teala da kaiantın mutlak sahibidir; O, insanları kendi haline terk etmemiştir, aksine onları gerçek kemale hidayet etmenin şartlarını peygamberleri göndermek yoluyla oluşturmuştur. Hakikate hidayet etmek de hayatta ve toplumda bu hedefin gerçekleşme şartlarının bulunması halinde ancak gerçekleşir ki Veliyullah’ın doğum gününde ele alınması gereken haslet ve ahlak da budur. 

Tarih boyunca yaşamış siyasetçiler arasında, davranışlarıyla insani ahlakı ve yüce ilkeleri gözetip koruyan, “hedef”in “vesile”yi meşrulaştırmadığına, ülvi ve kutsal hedeflere ulaşmak için yine ahlaki, insani ve meşru vesile ve araçlardan yararlanılması gerektiğine icraatlarıyla tanıklık eden kimseler pek nadir bulunur. Kuşkusuz insaniyet örneklerinin ve dünya siyasetçilerinin en önemlilerinden biri, Mü’minlerin Emiri Hz. Ali (a.s)’dır. Açıktır ki tarih, Hz. Ali (a.s)’ın ahlaka ve şeriata aykırı gayri insani bir yönteme başvurduğuna dair tek bir örnek dahi kaydetmiş değildir. Bunda herkes müttefiktir, dost da düşman da bunu itiraf etmiştir. Hatta Hıristiyan George Cordak gibi gayri müslimler de İmam Ali’yi insaniyetin üsvesi, örneği saymış ve onu “insanlığın adalet sesi” olarak adlandırmışlardır. Buna karşın, İmam Ali (a.s)’ın birçok düşmanı vardı, hatta yeryüzünde en çok düşmanı olan insanlardandı ve düşmanları çeşitli yollarla onun şahsiyetini tahrip etmeye çalışmışlardır. Ancak bütün bunlara rağmen, İmam Ali’nin söylemi, davranışı ve siresi öylesine temiz, arı-duru, ilahi ve ahlaki idi ki, döneminden yaklaşık 14 asrın geçmesinden şindiye kadar kimse onun hedefe varmak için gayri insani, ayri ahlaki ve gayri şer’i bir yönteme tevessül ettiğine dair tek bir örnek bile gösterebilmiş değildir.

İmam Ali (a.s) açısından devletin yapısı, sadece halkın refah ve güvenliğinin sağlanması, içtimai ve iktisadi işlerin yönetilmesindeki rolünden dolayı değil, bundan daha da önemlisi toplumun davranış ve ahlakının, manevi karekter ve kaderinin şekillenmesindeki rolü nedeniyle belirgin ve önemli bir konuma sahiptir. Nitekim bu hususta şöyle der: “İnsanlar babalarından daha çok yöneticilerine benzerler.”

Alevi düşüncede devletin hedefi/gayesi hak kelimesinin üstün kılınması ve insanların her açıdan tealisi ve yükselişidir. Bu, toplumun geçim ve refahının sağlanması ve ekonomik büyümesinin unutulması anlamına gelmez, aksine bu yönelim ve yaklaşımın ışığında halkın yaşamının maddi boyutu da ele alanır. Yönetim bu fikirsel çerçevede, halkı kendisine eşlik etmek, tabi olmak veya yöneticilerin isteklerini karşılamak için değil, Allah için ister ve adil imam yönetime eşlik etsinler diye halk kitlelerini seferber ederken amacı, ana merkezinde ümmetin yükselişinin bulunduğu kutsal bir ülkü olarak ilahi gayeleri gerçekleştirmektir.

İmam Ali’nin (a.s) siyasi siresi

Siyasi düşüncede ağırlıklı olarak siyasetle alakalı iki tarz düşünce vardır: Bir kesime göre, gücü ele geçirmek için her vesile/araç ve mümkün olan her yöntem kullanılabilir. Bu görüşe göre, siyaset hiçbir insani değere odaklı değildir; siyatçinin hak ve batıl ile işi yoktur ve onun tek amacı gücü imal etmek ve toplum üzerinde tasallut kurmaktır. Dünya siyasetçilerinin ekseriyetinin düşünme tarzı böyledir.

Diğer düşünce tarzı, Allah’ı merkeze alan ve insani değerler üzerine kurulu olan siyasi düşünce tarzdır. Bu düşünce tarzında, siyasetçi iktidara gelmek için her türlü araç ve yönteme tevessül edemez.

İmam Ali’nin (a.s) siyasi siresi, bu ikinci tarz düşünce ve görüşe dayalıdır. Bu görüşte devletin başına geçmenin amacı, insani toplumu maddi-manevi tekamüle ve nihayetinde Allah’a doğru sevketmek, toplumsal adaleti sağlamak, insanlar için sağlıklı ve huzurlu bir hayatın şartlarını oluşturmaktır.

İmam Ali, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) kurduğu devletin ihyacısı olmuştur. Nebevi devletin ilerlemesinde kendisi de önemli bir rol oynamasına rağmen, Peygamber'in vefatından 25 yıl sonra bizzat yönetimin başına geçtiğinde, İslam devletinin çehresinin tamamen değiştiğini, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) hedeflerinden uzaklaştığını ve toplumu yeniden Kur'an ve nebevi sireye döndermek için kesintisiz ve yorucu bir çaba harcaması gerektiğini görürüyordu.

Hz. Ali (a.s) Nehcü’l-Belağa’nın 131. Hutbesinde devletin başına geçmesini hangi niyet ve saik ile kabul ettiğini şöyle açıklıyor: “Ey Rabbim! Sen de biliyorsun ki ne yaptıksa, mülkü/iktidarı ele geçirmek veya aşağılık dünya metaını elde etmek için değil, dininin silinen nişanelerini yeniden dirilterek, şehirlerinde sulh ve ıslahı görünür kılarak ve böylece mazlum kulların güvende olsunlar, unutulmuşluğa terk edilen kanun ve prensiplerin yeniden uygulansın diye yaptık.”

Mescid’ü-Nebi’de kendisine biat edilen ilk günde de mimbere çıkıp programını açık bir şekilde şöyle duyurmuştur: “Biliniz ki toplumuzun durumu Peygamber’in gönderildiği gündeki duruma dönmüştür. Peygamber'i hakkı yaymak ve hakim kılmak için gönderene andolsun ki, büyük imtihandan geçecek, sınanma kalburunda elenip ayrılacak ve kazandaki yemeğin (pişerken) alt-üst olduğu gibi alt-üst olacaksınız. Geriye düşen/düşürülen öncüler öne geçmeli, haksızca öne geçen/geçirilen gericiler geriye çekilmelidir. Allah’a andolsun ki, hakikatı bir inne ucu kadar gizlemedim ve asla yalan söylemedim.”

Hz. Ali (a.s) Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a) siresini eksiksiz bir şekilde toplumda uygulayabilmek için bütün çabasını sarfetti. Bu devlet ve siyasetin önemli ilkelerini sıralayacak olursak:

Dürüslük ve doğruluk

Tarih boyunca pek çok siyasetçi, halkın oylarını toplayıp iktidara ulaşabilmek için ellerinden geldiği kadar güç kazanmak adına halka yalan ve asılsız vaatlerde bulunmuşlardır. Mesela halka Kur'an ve Sünnet'e göre hareket etme sözü veren Osman, yönetimi ele aldıktan sonra Peygamber'in yöntemine göre hareket etmediği gibi, Ebu Bekir ve Ömer’in yöntemini bile uygulayamadı.  

İmam Ali, Resul-i Ekrem’den (s.a.a) sonra halife belirlemek için kurulan altı kişilik şurada Peygamber’in sünneti ve kendi içtihadı ile amel edeceğini açıkça beyan etti.  Hatta halkın kendisine biat ettiği zamanda bile hilafete ulaşmak için yalan söylemeyeceğini ve hak yoldan sapmayacağını sarahaten dile getirmiştir.

O, pek çok kimsenin muhalefetini kesin olarak tetikleyen konuların hepsini halkın kendisine biat ettiği ilk sıralarda cesurca beyan etmiştir. Hilafete ulaşmak ve muhaliflerinin gönlünü kazanmak için maslahatamiz yalana dahi tevessül etmemiştir.   

İmam Ali, Peygamber’in döneminde çeşitli olaylarda ve savaşlarda yer aldı ve hepsinde de oldukça başarılı olmuştur. Gücü ele geçirmek için zora ve hileye başvurmak isteseydi kimse onun karşısında arzı endam edemezdi. Ama bizzat kendisinin de buyurduğu gibi, asla böyle bir şey yapmamıştır. O, bir beyanında, “Eğer takva bana engel olmasaydı Arapların en dâhisi (politiki) olurdum” derken, başka bir rivayette ise, “Ey insanlar! Eğer hile/entrika çirkin olmasaydı insanların en dâhisi olurdum” buyurmuştur.

Hak eksenli ve batıl karşıtı olmak

Ali (a.s) hayatının başlangıcından itibaren daima hak ve hakikat için çabalamış, hak yolunda yürümüş ve hakkın hak edene ulaşması için çalışmıştır. Nitekim Resul-i Ekrem bu hususta şöyle buyurmuştur: “Ali hangi yöne yönelirse hak da onunla beraberdir.”

Onun hak eksenli oluşu halk arasında dillere dastan olmuştu. Hayatının ve yönetiminin tüm aşamalarında hakkın ihkakına çalıştı. Nitekim şöyle der: “Allah katında insanların en faziletlisi/en üstünü, hakla amel etmesi – zorlukları ve ağır bedeller ödemeyi gerektirse bile –kendisine batıldan –çıkarlarını sağlasa bile –daha sevinmli gelen kimsedir.” 

Gasp edilen hazine mallarının iade edilmesi ve Osman'ın haksız yere atadığı valilerin görevden alınması ve ilahi hükümlerin kendi yakınlarına dahi uygulanması, Hz. Ali’nin (a.s) icraatlarının ve yönetiminin hak eksenli olduğunu gösteren ameli siresinin bir örneği olarak sayılabilir.

Kanunculuk/Hukukçuluk   

Hz. Ali'nin (a.s) en çok önem verdiği hususlardan biri de kanunlara uymak ve ilahi kanunları tam anlamıyla uygulamaktı. Bir kimse, konumu ne olursa olsun kanuna aykırı hareket etseydi, ona ilahi ve hukuki sınırlamalar uygular, hiçbir arabulucuyu veya şefaati kabul etmez ve bu konuda katı davranırdı.

İmam Bâkır'dan (a.s) nakledilen bir rivayete göre, Hz. Ali (a.s) Beni Esed kabilesinden birini, suç işlediği için yakalar. Suç işleyen bu adamın akrabaları toplanıp İmam Hasan’nın (a.s) yanına gelirler ve ondan kendileriyle birlikte Ali'nin (a.s) yanına gelip o adamın suçunu affetmesi için aracılık yapmasını istediler. Babasını ve onun kanuna bağlılığını iyi tanıyan İmam Hasan (a.s) onlara şöyle dedi: Ali'ye gidin, (a.s) çünkü o sizi iyi tanıyor. Bunun üzerine Ali'yi (a.s) ziyaret ettiler ve o adama kırbaçlama hükmünü uygulamaktan sarfi nazar etmesini istediler.

İmam Ali onlara cevaben dedi ki: Eğer benim mülkiyetimde olan bir şeyi benden isterseniz size vereceğim. Ali’nin (a.s) kendilerine olumlu cevap verdiğini düşünen o grup, İmam’ın huzurundan ayrılıp dışarı çıktılar. İmam Hasan (a.s) onlara, “Ne yaptınız?” dedi, onlar da, “Bize yardım etme sözünü verdi” dediler ve Ali (a.s) ile aralarında geçen sözleri anlattılar. Babasının ne demek istediğini iyi anlayan İmam Hasan (a.s) onlara: “Arkadaşınız kırbaçlanacak” dedi.  Ali (a.s) adamı çıkarıp kırbaçladı ve ardından şöyle dedi: “Vallahi, onu affetme benim mülkiyetimde değildi ve buna yapmaya hakkım yoktu.”

İş disiplini

Hz. Ali’nin bütün işleri düzenli ve disiplinliydi ama bu disiplin, devlet işlerinde daha da belirgindi. Hatta İmam her zaman valilerine ve temsilcilerine işlerinde düzenli olmalarını, kapsamlı bir plan yapmalarını ve plansızlıktan kaçınmalarını buyurmuştur.

Malik Eşter’e yazdığı ahitnamede şöyle diyor:”Zamanı henüz gelmemiş şeylerde acele etmekten, yapılması mümkün olan işlerde tembellikten, belirsiz işlerde inatçılıktan, açık olan işlerde gevşeklikten sakının, her şeyi yerinde ve zamanında yapın.”

Vergi toplamak için memurlar gönderdiğinde bile onlara düzenli ve inzibatlı olma hususunda tavsiyelerde bulunurdu ve "İşleri geciktirmekten ve hayrı ertelemekten kaçının; zira bu pişmanlıklara sebep olur.” 

Salihleri/liyakatlileri seçmek

Hz. Ali (a.s.), idaresinde işleri idare edecek ehil kişileri seçme ve daha liyakatli, daha ehil olan kimseleri görevlerin başına atama hususunda oldukça dikkat ederdi. Liyakatsiz valilerin halkı yönetmesine asla izin vermezdi. Nitekim Osman'ın iş başına getirdiği tüm kişileri görevden alıp, sorumluluklarını yerine getirebilecek yeterliliğe sahip insanları iş başına getirmiştir. Azlettiği kişiler de, konum ve statülerini ya soyluluk ya da siyasi oyunlarla kazanmış kimselerdi. Hatta Kureyş kabilesinin reislerinden Muaviye’yi bile görevden almıştır. 

İbn Abbas şöyle diyor: "Mekke'den Medine'ye döndüğümde, halkın Ali'ye (a.s) biat ettiği sılardı. Ali'nin (a.s.) evine gittiğimde Muğire bin Şu’be’nin Ali ile başbaşa sohbet ettiğini gördüm. Muğire evden çıkana kadar bekledim. Sonra Ali’nin yanına gittim ve “Muğire ne diyordu?" diye sordum. Hazret şöyle dedi: “Muğire iki kere yanıma geldi. İlk geldiğinde benden Muaviye'yi görevden almamamı istiyordu ama bir sonuç alamayınca ikinci kez yanıma gelip kendisini  görevden almamı istedi.”

İbn Abbas: “Muğire ilk gelişinde iyi niyetle Muaviye'yi görevde bırakmanı istedi, ikinci gelişinde ise sana ihanet etti” dedi.

İmam Ali: “Şimdi ne tavsiye edersin?” diye sordu.

İbn Abbas da şunları dedi: “Ben de senden Muaviye'yi görevde bırakmanı istiyorum. Çünkü bunu yapmazsanız biat konusunda sorguya çekileceksiniz ve sizi Osman'ı öldürmekle suçlayacaklar, Şam’da halkı size karşı kışkırtıp ayaklandıracaklar ve diğer yandan Talha ve Zübeyr’den de emin değilim; onlar da sana karşı baş kaldırıp Irak halkını aleyhine ayaklandırabilirler.”

Bunun İmam Ali (a.s) şöyle dedi: “Muaviye'yi yanımda tutmamın benim için iyi olacağını söyledin. Allah'a yemin ederim ki, bunun iyilik olduğundan hiç şüphem yok, ama bu geçicidir ve dinim bana Osman'ın bütün memurlarını görevden almamı emrediyor. Kabul ederlerse bu kendilerinin hayır ve selahınadır, kabul etmezlerse işleri kılıça kalmıştır.”

İbn Abbas bir kez daha İmam Ali’den birkaç günlüğüne halifelikten çekilmesini ve durum sakinleşince geri dönmesini –zira insanlar ondan daha ehil kimse bulunmadığı için tekrar kendisine gelip biat edeceklerini –veya Muaviye'yi görevde bırakmasını istedi. İmam Ali (a.s) öneriyi yine reddetti ve Muaviye'yi bir saat bile görevde bırakmayacağını söyledi.

İmam Ali (a.s) ağır ve ilahi görevini yerine getirmiştir. O, sadece kendi arzuları ve hükümdarlığı uğruna adaleti feda etmekle kalmamış, aynı zamanda hak ve adalet yolunda kendisini ve hükümdarlığını da feda etmiştir. Devlet işlerinin başına layık kişinin seçilmesi ve onun özellikleri hakkında şöyle demiştir: “Ey insanlar! Bu işe en layık kişi, bu işte en güçlü olan ve Allah'ın bu işle ilgili emirlerini herkesten daha iyi bilen kimsedir.” 

Çev. Mehmet Gönül / Welayet News  



Yeni yorum ekle