Suudiler Bağdat üzerinden gözlerini Tahran’ın boykot edilmesine dikmişler

Ct, 04/05/2019 - 08:57

Saddam’ın devrilmesinden sonra eğer bir Iraklıya, ‘Al-ı Suud sizlere neyi armağan etti?’ diye sorsaydınız hemen ‘intihar yelekleri ve bomba yüklü araçlar” yanıtını alırdınız.

Welayet News - Birçok kimsenin aklına, “Suudi Arabistan neden Irak politikasını birden değiştirdi? Veya Arabistan Irak’a siyasi, ekonomik ve diplomatik heyetler göndermekle neyi hedefliyor? Hakeza, Suudi Arabistan bu ülkeye yönelik politikasını gerçekten değiştirmiş mi yoksa bunlar sadece Irak ve Iran ilişkilerini etkilmek için bir taktik adımdan mı ibaret?” sorusu veya soruları gelebilir. Bu sorunları yanıtlamak için öncelikle Suudi Arabistan’ın bölgede demokratik bir yönetimin ortaya çıkması karşında aldığı genel tutuma bakmak gerekiyor.

Arabistan’ın Irak’ta demokratik bir yönetim modelinin başarılı olmasından endişelenmesi

Suudiler 2003 yılından itibaren ve Baas rejiminin Amerikalı işgalciler tarafından devrilmesinin ardından Bağdat’ta siyasi sürecin başarısızlıkla sonuçlanması için çeşitli çabalara yöneldiler. Çünkü Al-ı Suud açısından, böyle bir yönetim modelenin Suudi Arabistan halkı tarafından örnek alınması ihtimali hayli yüksekti.

Bu yüzden Suudi Arabistan kendi politikasını Irak’ın siyasi yapısını tahrip etme temeli üzerine kurdu. Bu doğrultuda mezhebi ihtilafların körüklenmesi ve tekfirci grupların güçlendirilmesine değinilebilir ve bu iki örnek sadece maceranın bir bölümüdürler. O dönemde eğer bir Iraklıya, ‘Al-ı Suud sizlere neyi armağan etti?’ diye sorsaydınız hemen ‘intihar yelekleri ve bomba yüklü araçlar” yanıtını alırdınız.

Bu politika DAEŞ’in şekillenmesi ve Irak topraklarının önemli bir bölümünü ele geçirmesiyle doruğa ulaştı. Fakat Ayetullah Sistani’nin fetvası ve İran’ın yardımıyla Iraklı milis güçlerin şekillenmesi DAEŞ’in yenilmesiyle sonuçlandı. Bu yüzden, Irak’tan ayrılmış bir emirliği kurma hayallerinin suya düştüğünü gören ve Musul’da sözde DAEŞ devleti üzerine oynadıkları kumarı da kaybeden Suudiler başka yoldan Irak’a girmeye çalıştılar.

Tüm bunlar Samir el-Sabhan’ın Suudi Arabistan’ın Bağdat büyükelçisi olarak seçilmesiyle sonuçlandı. İlişkilerde 25 yıldır süren bir kesintinin ardından atılan bu adım, kuşkusuz Suudi Arabistan’ın yeni Irak politikasının ilk adımıydı. Riyad, müttefikleriyle birlikte kendi istek ve iradeleriyle paralel hareket edecek, diğer yandan da Haşdi Şabi’nin güçlenmesinin önünü alarak bu organizasyounun Irak ve bölge ilişkilerini daha fazla etkilemesine izin vermeyecek bir hükümeti iş başına getimek için oldukça ciddi bir çalışma yürüttüler.

Spor şehri inşasından bir milyar dolarlık yardıma kadar; Bağdat’ta Suudi nufüz projesi

Haydar İbadi döneminin sona ermesi ve hiçbir şekilde Suudilerin istediği seçenek olmayan Adil Abdulmehdi’nin Irak Başbakanı olarak seçilmesiyle birlikte, bu ülkenin siyasi, iktisadi ve içtimai bünyesine nufüz etme projesinin yeni aşaması başladı. ABD’nin İran’a ekonomik baskı için çizdiği planlamada Suudi Arabistan’ın İran petrolüne alternatif olmanın yanı sıra, güdüleyici ekonomik etkenler üzerinden Bağdat’ı Tahran’dan ayırma görevini üstlemiş gözükmesi de bu hedefi daha da belirginleştiriyor.

Suudi Arabistan’la paralel olan medya organlarına atılacak kısa bir bakış bu iddiayı doğrulayacaktır. BAE merkezli yayın yapan El Beyan gazetesi, “Arabistan ve Irak ilişkileri İran’ın elini bu ülkeden kesecektir” başlıklı bir raporda, şöyle yazıyor: “Arabistan ve Irak arasındaki köklü ilişkilerin güçlendirilmesi doğrultusuda Suudi yönetimi Irak’a yönelik destek ve himayesini takviye etmiş ve Bağdat’ta  Arabistan-Irak işbirliği toplantısının yapıldığı tarihi günde bu ülkeye bir dizi yardımlar yapmıştır. Kral Selman bin Abdulaziz’in Irak milletine hediyesi olarak bir spor şehrinin inşası, Arabistan’ın Irak’a yaptığı bir milyar dolarlık yardımı ve keza Irak’ın üç şehrinde dört konsolosluğun tesis olunması bu yardımların başlıca örnekleri olarak zikredilebilir”.

El Beyan gazetesinin iddiasına göre, “13 anlaşma ve ikili işbirliği belgesinin imzalanması ve Suudilerin Irak’taki yatırımlarının desteklenmesi, Irak’ı Arap eğiliminden koparıp Velayet-i Fakih çerçevesinde hareket etmesini isteyen İran için hazmedilmesi zor olan bir diğer meseledir”.

El Beyan’ın yazdıkları kendi başına Suudi Arabistan’ın Irak stratejisini açıklamak için yeterli gözüküyor. Ancak Fars Körfezi’ndeki Arap ülkelerin Irak karşısında kendi aralarında yaptıkları iş bölümünü de görmezlikten gelmemek gerek. Bu arada, Suudi Arabistan kötü polis rolünü oynayarak kendini farklı bir çehrede göstemeye çalışıyor.

Arabistan iyi polis, Bahreyn ve BAE ise kötü polisler 

Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri de bazen kötü polis rolünü oynayarak Irak’ı baskı altına almaya çalışıyorlar. Bahreyn ve Irak arasında yaşanan son gerginliği de bu doğrultuda analiz etmek mümkün. Giderek bölgesel boyutlara da börünen Bahreyn ve Irak ilişkilerindeki gerginlik, Sadr Hareketi lideri Mukteda Sadr’ın Cumartesi günü Bahreyn kralının kenara çekilmesini istmesiyle birlikte patlak vermişti.

Bahreyn Dışişleri Bakanlığı ise Mukteda Sadr’ın açıklamasını “Bahreyn krallığına yapılan kabul edilmez bir hakaret ve uluslararası kanunların ihlali” olarak niteledi. Ondan sonra Bahreyn Dışişleri Bakanı Halit bin Ahmed’te twitter üzerinden tepki gösterdi ve Mukteda Sadr hakkında “sulta sevdalısı aptal” ifadesini kullanarak, parmağını Bahreyn’e sallayacağına, İran’a sallamasını istedi.

Bu açıklamalar, Irak hükümetinin şiddetli itirazı ve Bahreyn elçisinin Dışişleri Bakanlığına çağrılmasıyla sonuçlandı.  Birleşik Arap Emirlikleri de Bahreyn’in istikrar ve güvenliğine tehdit olarak  nitelediği durumdan endişe duyduklarını belirtti.

Suudiler Irak halkına ve bu ülkenin bazı Şii bölgelerine yardım etmek için hazır olduklarını açıklıyorlar ancak büyük coğunluğu Şiilerden oluşan 37 Arabistanlı şehidin kefeni henüz korumuş değil.

Haşdi Şabi’nin feshedilmesi yüzyıl anlaşmasının bir parçası

Bu bağlamda bir açıklama yapan Nüceba Hareketi Genel Sekreteri Şeyh Ekrem el-Ka’bi,  DAEŞ projesinin boşa çıkması nedeniyle Suudi Arabistan’ın Irak’ın gücü karşısında boyun eğmek zorunda kaldığını vurgulayarak, “Siyasiler ve halk kendilerini güçlü kılan etkenleri korumalıdır, zira karşı taraf bu güç etkenlerini toplumdan ayırmak istiyor. Örneğin, düşman bir taraftan bazı hizmetler sunuyor ama diğer taraftan Haşdi Şabi’yi hedef alıyor ve toplumdan ayırmaya çalışıyor” dedi.

Yüzyıl anlaşmasının sonuç vermesinin peşinde olan Batı-Arap ittifakının ekonomik vaatler vermek suretiyle hükümetleri direniş hareketlerinden ayrılmaya mecbur bırakıp onları ya direniş ya da teslim kavşağında teslim olmaya zorlamak için çaba sarfettiklerini unutmamak gerekir. Bu hedef özellikle Filistin, Lübnan, Yemen ve Irak’ta takip edilmektedir. Bu yüzden Iraklı bazı siyasilerin Haşdi Şabi’nin feshedilmesinin gerektiğine dair açıklamaları ve İran’a uygulanan  yaptımlar doğrultusunda Amerika’yla işbirliği yapılması bu dairenin dışında değildir.

Irak bütün komşularıyla ilişkilerini tanzim etme peşinde olsa da ancak İran’la daha geniş kapsamlı ve derin ilişki kurmayı gündemine aldığını tecrübe göstemiştir. İki ülkenin dini ve kültürel kökleriyle irtibalı bir konudur bu ve somut halini İran Cumhurbaşkanının Irak ziyaretleri ile Irak Başbakanının İran ziyaretinde gözlemlemek mümkündür.

Şüphesiz, Irak’ın bir kez daha Suudiler tarafından zarara uğramasının önüne geçilmesi için Suudi Arabistan’ın yeni stratejisi Irak’ın siyasi mahfilleri ve basın mensuplarının daha zeki ve uyanık olmalarını gerektirmektedir.  Arabistan’ı kadife eldiveni ve demir yomruğu Irak halkı ve siyasilerinin çoğu için açığa çıkmış durumda ve Al-ı Suud’un tekfircileri desteklemesine rağmen elde edemediği hedefleri siyasi ve ekonomik aldatmacalarla da elde edemeyeceği açıktır.      

        

Çev:Mehmet Gönül

Welayet News 



Yeni yorum ekle