Suudi Arabistan’ın çağrısı ve Suriye’nin maslahatı
Bugün dünyanın 74 yıl sonra bir kez daha derisini değiştirdiği ve yeni bir durumun eşiğine geldiği bir dönemde bulunuyoruz.
Welayet News - Suudi yetkililer Suriye’nin güvenlik krizinin sona erdiği açıklanmadan önce Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir’i, Beşar Esad’a Arap Birliğine geri dönmesi ve Arabistan’ın Suriye’nin yeniden imar edilme sürecinde yer almasına izin vermesi isteğinde bulunması için Şam’a gönderdiler. Öte yandan Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn de ön heyetlerini Şam’a yollayarak Suriye’de elçiliklerini yeniden açtıklarını duyurdular. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, Suriye yönetimine karşı savaşın ön hattında sayılan üç Arap ülkesidir. Elçiliklerin açılması ve Şam’la siyasi ilişkilerin yeniden kurulması açık bir yenilgi sayıldığı gibi bu ziyaretlerin yansıması da Esad muhalifleri tarafından yenilginin itirafıydı. Ancak asıl mesele bu değil.
Bugün bile teröristleri ve Suriye’de yönetimin değişmesini hala destekleyen Arabistan, BAE, Bahreyn ve diğer ülkelerin güvenlik hedeflerini gerçekleştirmede baraşırız oldular diye Suriye yönetimini zayıflatma ve düşürme hedefinden vazgeçtiklerini düşürsek kesinlikte hata yapmış oluruz. Zira yenildikleri halde, hatta yenilgiyi itiraf etmelerine rağmen Suudilerin klasik politikalarını sürdürmeleri ilk kez olmuyor ve ilk dosya da değil. Örneğin, Suudi Arabistan, İran İslam Cumhuriyeti ile özel ilişkileri bulunan Irak yönetimini değiştirmek için çok gayret etti ve bu yönünde büyük çaba harcadı ama son seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar bu çabaların bir sonuç vermediğini gösterdi.
Daha sonra Suudi rejimi Bağdat’a heyet göndermekle, Iraklı üst düzey yetkilileri, özellikle Şii liderleri davet ederek yenilgiyi kabul etmiş ve oyununu düzeltmeye çalışıyormuş gibi göründü. Ancak bu mevzu üzerinden henüz birkaç hafta geçmemişti ki Suudilere bağlı unsurların kellesi Basra’da yaşanan olaylarda görünmeye başlandı ve bununla eşzamanlı olarak, Babil Oteli’ndeki toplantılarla ilgili belgeler de Suudi rejiminin Amerika’yla birlikte Irak’ta yönetimi kendi modellerine göre şekilledirme planını eskinden olduğu gibi, hatta daha ciddi bir şekilde izlediğini ortaya koydu. Oysa Irak’ta Şii çoğunluğun varlığı, aynı şekilde şu anki siyasi sistemin oturmuş olması ve ülke içinde bu siyasi sistem üzerinde sağlanan göreceli görüşbirliği nedeniyle yönetimin Suudi Arabistan tarafından değiştirilmesi oldukça zor bir işti. Nitekim bol keseden dağıttıkları milyonlarca bahşişler de bir işe yaramadı.
Buna göre, ABD’ye bağlı Arap devletlerinin girişimleri, Suriye’yi siyasi ilişkileri normalleştirmeye, kendi deyimleriyle Arapların arasına dönmeye davet etmeleri de yenilginin itirafından ziyade etrikanın, güvenlik alanında çıkmaza giren Suriye yönetimini değiştirme amacını siyasi alanda gerçekleştirmeyi hedefleyen bir komplonun kokusunu veriyor. Ama nasıl?
Suudi Arabistan, Suriye’yi Arap Birliğine geri dönüp normal bir Arap ülkesi olmaya çağırdı. Soru şu: Buna kimin ihtiyacı var? Suudi Arabistan’ın mı yoksa Suriye’nin mi? Varlık ve kimlik krizi yaşayan Arap Birliği mi bekası için Suriye’nin geri dönüşüne muhtaçtır yoksa varlık ve siyasi kriz yaşayan Suriye yönetimi mi Arap Birliğine geri dönmeye muhtaçtır? Bu soruları yanıtlamak kolaydır. Arap Birliğinin 20 yıla aşkıdır fatihası okunmuş ve gerçek bir etkisi kalmamıştır, zira Arap Birliğinin varlık nedeni iki şeydi; biri, İsrail rejimine karşı durup Filistin’i özgürleştirme idealini gerçekleştirmekti ve diğeri de Araplar arası işbirliğinin genişletilmesi ve iç gerginliklerin azaltılmasıydı.
Bir ataftan Arap Birliğine üye ülkelerin ekseriyeti, özellikle Birliğin şeçkin üyeleri uzun bir süredir Siyonist rejimle mücadele bir yana, bu rejimle siyasi olarak, hatta güvenlik olarak bile ilişki kurmuş bulunuyorken diğer bir taraftan Araplar Yemen, Suudi Arabistan, Bahreyn, Libya, Suriye, Irak vs. gibi ülkelerde bombalarla, savaş uçaklarıyla birbirine saldırıyorlar ve güvenlik durumları her zamankiden daha vahim bir halde. Şimdi bazı medya organlarının “paha biçilmez bir inci” olarak düşündükleri Arap Birliğine Suriye’nin geri dönmesi bu ülke için ne gibi bir faydası olacak? Suriye savaşının birinci sorumlusu, bu Birliğin yöneticileri değil miydi? Dolaysıyla şu anki durumda Beşar Esad’a itibar kazandırabilecek olan Arap Birliği değil, aksine geri dönmeyi kabul ederse belli bir düzeyde bu Birliğe itibar kazandıracak olan Beşar Esad’tır. Ancak Suudi Arabistan ve sair ülkelerin çağrısına olumlu yanıt vermesi Beşar Esad’ın çıkarına değil. Neden?
Suudi Arabistan ve beslediği Arap Birliği de dahil Suudi cephesi çok ağır ve yıkıcı baskılara maruz kaldılar. Tekfircilerin Suriye, Irak, Lübnan ve diğer yerlerde yenilmesiyle birlikte Suudi rejimi güvenlik ve ideolojik alanlarda önemli iki düşüş yaşadılar. Güvenlik olarak, Bender bin Sultan’ın en azından 2006 yılından itibaren üzerinde çalıştığı, İsrail ve Amerika’nın da desteğiyle sayesinde bölgeyi değiştirebileceğini düşündüğü mekanizma çıkmaza girdi. Suudi sermayesi heba oldu, bu yüzden de Arap olan ve olmayan ülkeler arasında Suudilerin yönetme kabiliyetine olan güven önemli ölçüde azaldı. İdeolojik açısından ise, tekfirci aşırılığın yenilmesi aslında savundukları düşünce mektebi yani “vahhabiyet”in de yenilmesiydi. İfratçılık Suriye ve Irak’ta kaybettikten sonra fiilen menfur bir meta haline geldi ve bu nefret doğrudan vahhabiyete de sırayet etti. Diğer yandan Suudilerin Yemen halkına karşı sürdürdüğü ağır çatışma Arabistan’ın Arap ve İslam ülkeleri arasındaki imajına darbe vurdu ve Cemal Kaşıkçı cinayeti gibi olaylar da bu darbeyi derinleştirdi. Bu arada İslam dünyasında daha önceden boy göstermiş olan iki paralel akım, yani direniş çephesi ve Türkiye bölgesel gelişmelerde insiyatifi ele aldılar ve aralarında açılmış olan ilk çatlağa rağmen gittikçe birbirine yakınlaşmaya başladılar. Suudi rejimi şartların hassasiyeti ve sonuna yaklaştığı sınırlı sürenin idrakinden hareketle, daha iki yıl öncesine kadar İran’ın dostu olarak telakki edilen Sudan’dan üst düzey bir heyeti, Suriye’yi yüksek bir fiyatla satın alması veya direniş cephesine fazla yapışmasını engelleme amacıyla Şam’a gönderdi.
Ama Suriye bir zamanlar yenilgiye uğratılması için çıkarıldığı Arap Birliğine geri dönmemelidir, zira bu geri dönüşün kendisine hiçbir faydası olmadığı gibi Suriye’nin güvenlik ve siyasi geleceğini de tehlikeye atar. Suriye güvenliğinin derinleştirilip kalıcılaştırılmasının fitne odaklarının (DAEŞ gibi uzantılar değil) çökmesiyle doğrudan ilişkili olduğunu kavramak pek de zor değildir. Kuşkusuz Suudi rejimi ve vahhabiyet düşüncesi, Suriye aleyhine olan son 7-8 yıllık fitnenin merkeziydi. Bu merkez bugün zayıflamış durumda ve direniş çephesinin siyasi girişimleriyle –ki öyle ciddi bir maliyeti de gerektirmiyor – ortadan kaldırılmasının zamanı gelmiştir. Ama nasıl?
Arap ve İslam ülkeleri kendi sorunlarının çözümü, ortak tehditlere karşı durulması ve fırsatlardan yararlanılması için bir takım oluşumlara muhtaçtırlar. Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Körfez İşbirliği Konseyi gibi oluşumlar fırsatlardan yararlanıp sorunları çözemedikleri gibi bugün İslam dünyası ve Arap ülkelerin de en büyük sorunu haline gelmişlerdir. Dolaysıyla bu çürümüş giysilerin çıkarılıp atılması ve yeni organizasyonların kurulması gerekiyor.
Günümüzde Amerika’nın hegemonik politikalarından, Suudi rejiminin İslam karşıtı fitnelerinden ve bölgedeki uydularından yorulan, sorunları geride bırakıp fırsatlardan yararlanmak için güvenli bir eksen arayan Müslüman ülkelerin sayısı az değil. Neden bu tür eğilimler yeni bir teşkilatın kurulmasına yol açmasın ki? Bugün İran, Türkiye, Suriye, Irak, Pakistan, Afganistan, Umman, Katar, Cezayir, Malezya, Endonezya ve benzer ülkeler yeni bir teşkilatın temelini atabilirler ve diğer İslam ülkelerinin de onda yer alarak en büyük İslam Teşkilatına dönüşme olanağını oluşturabilirler. Araplar kendi aralarında Irak ve Suriye eksenli yeni bir Arap Teşkilatı kurabilir ve Arap milletlerin yaşadığı birçok soruna yanıt olabilirler.
Bu arada “direniş” bu ülkeler arasındaki ortak kelime olabilir. Güvenlik ve siyasi tehdilere karşı dirençli, mukavim dururken İslam dünyası ve Arap milletlerinin önündeki sayısız fırsatlardan yarlanmakta güçlü olunacak. Bugün dünyanın 74 yıl sonra bir kez daha derisini değiştirdiği ve yeni bir durumun eşiğine geldiği bir dönemde bulunuyoruz. Batı’nın uful halinde olduğu ve Doğu’nun yıldızının parladığı yeni şartlarda, iki kutuplu sistem ve soğuk savaş döneminin mekanizmalarıyla geleceğin dinamik şartlarının karşısına çıkamayız. Bu temelde, konulara duygusal yaklaşmak yerine, uluslarası ati gelişmelerde etkili olmak için temel bir çare düşünüp bölgemizi Asya’nın gelişmelerinde aktif rol oynaması için hazırlamamız gerekiyor.
Çev:Mehmet Gönül
Welayet News
Yeni yorum ekle