İmam Rıza'nın Ahlakı (2)

Çar, 13/10/2021 - 19:52

İmam Rıza’nın kelamında ahlak

Şüphesiz İmam Rıza’nın (a.s) bütün ahlaki öğretilerini bu yazıda beyan etmek mümkün değildir.

Welayet News  - Ancak, özlü bir sözde dedikleri gibi, “Deniz suyunun tamamı içilemiyorsa susuzluğu giderecek kadar içilmelidir”. İmam Rıza’nın sözleri ve kelamının gülyapraklarından tatlı balı tatmak Rezevi Ahlak ile bezenmemize yardımcı olabilir. Bu nedenle, bu yazıda onun şifalı sözlerinin balı ve nektarının bir köşesine temessük edip tevessül edeceğiz.

Güzel ahlak

Ahlak, dünya ve ahirette tartının mizanıdır. Ahlakı olmayının bir şeyi yoktur. Bu nedenle İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmakta: “Özünde güveni, fıtratında keremi, yaratılışında istikameti, nefsinde necabeti ve Allah korkusunu görmediğiniz bir kimseden dünya ve ahiretle ilgili bir şeyi beklemeyin”.

Başka bir yerde de şöyle buyuruyor: “İnsan, konum ve münasebetlerinden veya kötü ahlak üzerine eğitildikleriden dolayı bazı kişilerden hayırlı bir iş bekleyemez... Cimrinin rahatı, kıskancın lezzeti, kralların vefası ve yalancının mürüvveti yoktur” (Tuhefu-l Ukul, s. 450).   

Demek ki bazı insanlardan iyilik ve güzellik beklenemez, onlara umut bağlanamaz. Bu da bazen krallık gibi iş konumundan kaynaklanır, zira krallar verdikleri söze vefalı olamazlar, eninde sonunda ahdini bozarlar, ona aykırı hareket ederler ve onlardan vefa beklenemez. Bazen de kötü ahlakı adet haline getirmekten kaynaklanır, nitekim yalancıdan mertliği ve mürüvveti bekleyemezsiniz, çünkü sözü ve ameli asla tutarlı, uyumlu olmaz ve dürüstlük ondan beklenemez.

Uygun davranış  

İmam Rıza (a.s), kişilerin konumlarına göre herkese uygun bir davranışın gösterilmesini ister. Dolayısıyla, davnışlarımızda sürekli aynı şekilde davranamayız. Kur’ani öğretilerde, müminlere yumuşak ve düşmanlara sert olmamız tavsiye ediliyor. Demek ki hüküm ve mevzunun uyumu temelinde hareket edip farklı şartlarda ve farklı insanlara karşı uygun bir davranışı öne çıkarmamız gerekir.

Örneğin mütekebbire karşı tavazu, onu daha da küstahlaştıracaktır. Onun için aynı şekilde ona davranmak gerekir ki tekebbüründen vazgeçsin. O halde, faydalı, yapıcı ve uygun tutumlar almak için konum ve pozisyonların bilinmesi ve idraki son derece önemlidir. Zaten hikmet ve akıl sahibi de zamansal ve mekansal konumu bilen ve ona göre uygun bir davranış segileyendir. Bu yüzden, “Her sözün bir yeri, her nüktenin bir makamı vardır” demişlerdir. İmam Rıza (a.s) buyuruyor ki: Sultan ve onun çevresiyle ihtiyatlı, dostla mütevazi, düşmanla teyakkuzlu, genel insanlarla güleryüzlü davran. (Biharu-l Envar, c. 78, s. 356)

İnsanların arasındaki ilişki ve yakınlaşma muhabbetin sebebidir

İnsan, içtimai bir varlıktır. Bu içtimai olma eğilimi, ister ele geçirme kastıyla olsun ister başka bir etkenle olsun, insanın ayrılmaz bir özelliğidir. İnsan çiftsiz, ötekisiz yaşayamaz ve yaşarsa natamam/eksik bir insan olarak kalır. İnsanı tamamiyete erdiren, eksiklikten kurtaran çiftliliktir, toplumsallıktır. İnsanlar ruhi olarak da maddi ve cismi açılardan da başkalarıyla ilişki kurmaya muhtaçtır. Toplum olmadan yaşayamazlar. Huzura, asayişe ve mutluluğa kavuşamazlar.

İnsani güzel ahlak, bu ilişkiyi insani alanda ilahi ve aklani yasalar çerçevesinde düzenlemek ve diğer insanlara dosluğunu izhar etmek ve sevgilerini dilenmektir. Her türlü dilenmenin aksine muhabbeti dilenmek, güzeldir ve insanı kemale, olgunlaşmaya doğru götürür. Elbette söylendiği üzere, gayri ahlaki sorunları önlemek için bu ilişkilerin akli ve şer’i çerçevede olması gerekir. İmam Rıza (a.s) bu ilişki için bir takım görgü kuralları ve adabı beyan etmiştir. Onlardan bazıları şu sözünde tecelli etmiştir: “Birbirinizi ziyaret edin ki birbirinizi sevesiniz, birbirinizin elini sıkın ve birbirinize öfkelenmeyin”.

İmam Rıza (a.s) açısından dünyevi hayatın hoşluğunun belirtilerinden biri, insanın dostlarının çok olmasıdır. Bu da ancak güzel ve uygun ilişkilerle, ziyaretlerle olur. Dünyadaki hoşluk nedir diye sorulduğunda İmam, “Evin genişliği ve dostların çokluğu” yanıtı vermiştir. Tabi ki akrabaları, yakınları ziyaret etmek önceliklidir, zira başkalarından daha çok kendilerini ziyaret etmenizi beklerler ve buna ihtiyaçları vardır. İmam Rıza (a.s) bu hususta şöyle buyurmakta: “Bir yudum su içirmekle de olsa sıla-i rahimi, akraba ilişkilerini kurun. Akrabalık ilişkisine en iyi gelen şey, onları incitmekten sakınmaktır”.

İmam (a.s) başka bir yerde ise, halkla ilişki kurmaktan sakınan, başkalarıyla yemek bile yimeyen, tek başına yemeğe alışan ve başkalarına bir hayrın dokunmasına izin vermeyenin en kötü insan olduğunu söylemiştir. Bu tip kişiler aslında sosyal ilişkilerden yoksun olmaları nedeniyle insani ahlaktan uzaktırlar. Çünkü insani ahlak ve huylar, toplumun ve ilişkilerin, başkalarına yardımın temelinde ve ilahi rububiyet hilafetinin mazhariyeti kalıbında yeşerir. “Halka hayrı dokunmayan, tek başına yiyen ve emrinin altındakileri ezen kimse, insanların en kötüsüdür” Tuhefu-l Ukul, s. 448). 

Sururun, neşenin yayıcısı olmak  

Mümin batıni neşe ve sururun ehli olmalı. Yüzündeki tebessüm asla silinmemeli.

 Halka karşı abus, ekşi yüzlü ve asık suratlı olmak, ahlaki reziletlerdendir. Müslüman neşeli olmakla da kalmamalı, neşesini, sururunu başkalarına da sirayet ettirmelidir, öyle ki kendisiyle kim görüşürse kalbine neşe ve surur girsin, gam ve keder kalbinden çıksın. Bunu yaparken elbette ki batıl yollardan gitmemelidir ve batıl araçlarla faydalı bir şey yapmamıza da gerek yoktur. Çünkü araç kirli olursa neşe de sahte ve vehmi olacaktır. Batıl araçlarla oluşan neşelerden sonra ağır bir kederin insanın içini kaplaması ve insanın kendisini daha derin bir deprasyonun içinde bulması da buradan ileri geliyor. Mübah ve caiz araçlardan yararlanarak ziyarete mübah neşenin damgasını vurmasını sağlamalıyız.

Bu tür ameller, namaz, oruç gibi salt ibadetin ardından gelen, beşerin en önemli ibadi amelleridir. Bu yüzdedir ki İmam Rıza (a.s) halkı bu amele teşvik ederken şöyle buyurmuştur: “Farzların eda edilmesinden sonra Allah katında hiçbir amel, mümini mesrur etmekten üstün değildir”. Zira münin sururu ilişki muhitine taşıyarak güzel huyluluğunu iki kata çıkarırken, ziyaret edenler de manevi ve maddi olarak kendisinden faydalanırlar, ruhen takviye olurlar ve etkisi onların diğer ilişkilerinde de ortya çıkar.

Halkın sorunlarının giderilmesi

İnsan yapabildiği kadar halkullaha yardım etme çabası içinde olmalıdır. İnsanlara yardım bir öncelik olarak gündemde olmalı ve eğer bir insan böyle davranmadıysa insaniyet dairesinden uzak görmelidir, nerde kaldı ki ahlaki bir insan olarak görülsün. İnsanın ilahi ahlakı, ilahi hilafet makamında diğer insanların müşkillerini gidermeye çalışmayı gerektirir. Eğer insan kendi elinden geldiği kadar başkalarının bir problemini çözerse o derecede kendi değerini arttırmış olur.

Tabi insanın bu tür amelleri sadece dünyayla da sınırlı kalmaz, dünyada kendi iç rızayetinin koşullarını oluşturup insaniyetini ortaya koyduğu gibi uhrevi üzüntüsünü silme koşullarını da sağlmış olur. Yani herkesin korkudan bir üzüntü içinde olduğu kiyamet gününde Allah onun kiyamette düğümlenmiş durumunda bir açılım yapar ve içini ferahlatır. İmam Rıza buyuruyor ki: “Kim bir mümini (bir darlıktan çıkarıp) ferahlığa çıkarırsa Allah da kiyamet günü onun kalbini ferahlatır” (Usul-i Kafi, c. 3, s. 268).

Müninlerle muhabbet ve halkla müdara içinde olmak güzel insani ve İslami hasletlerdendir. İnsanlar çeşitli durumlarda bir takım yanlışlar, doğru olmayan davranışlar yapabilirler. O yüzden halkla iyi geçinmek gerekir ve işleri zorlaştırmamak gerekir. Halka karşı zorlaştırıcı olursak, kılı kırka yarıp takıntı yapar ve yüklenirsek ahlak karşıtı bir iş yapmış oluruz.

Peygamber’in (s.a.a) ameli siresi ve sünneti şöyledi: Muhaliflerine, düşmalara ve münafıklara karşı bile affedici ve yatıştırıcı davranırdı, onların durumundan bir şey bilmiyormuş gibi onlarla müdara ederdi, söylediklerini dinlerdi ve bazen yalan söylediklerini bildiği halde onların kelamının zahiri ile yetinirdi.

Mümin insan Nebevi sireyi ve hasleti örnek almalı, halkla iyi geçinmeli ve zorluk çıkarmamalıdır. İmam Rıza (s.a) şöyle buyurmakta: “Mümin gerçek mümin olmaz şu üç haslet onda olmadıkça: Rabbinden bir sünnet, Nebisinden bir sünnet ve velisinden bir sünnet(e uymalıdır); Rabbin sünneti, sırrını gizlemektir; Nebinin sünneti, halka karşı yumuşak ve müdaracı olmaktır; velisinin (masum İmam) sünneti ise darlık ve perişanlık halinde sabretmektir” (Usul-i Kafi, c. 3, s. 339; Tuhafu-l Ukul, s. 442).

Welayet News



Yeni yorum ekle