“Siyonistlerin katli haramdır” fetvasıyla Suudi müftülerin yeni içtihadı ve başlayan darbe

Sa, 03/04/2018 - 16:58

Suudi müftülerin kendilerince belirlenmiş kırmızı dini çizgilere karşı darbesi, Arabistan’daki dini kurumların  sadece Suudi yöneticilerin eğilimlerini teorize etme aracı hükmünde olduğunu ileriye süren tezi ispatlamaktadır.

Welayet News - Arabistan’nın dini toplumu, selefi-vehhabi bir coğrafya ile, bir asra aşkındır sisli ve belirsiz bir zeminde hayatını sürdürmektedir. Vahhabi şeyhlerin aşırı fetvaları yüzünden halkın yaşadığı acılarla igili sayısız hikaye basında ve sosyal medyada dile getirilmektedir. Eskilerden beri, modern tekonoloji ve tekniklerin kullanılması, yönetimi eleştirmek ve teorik konularda görüş belirtmek haram sayılıyordu, hatta bu yönlü bazı fetvalar hala da devam etmektedir.

Arabistan’daki dini haramların kırmızı çizgilerini gözden geçirecek olursak, bu ülkedeki haram öğelerin listesini; içtimai haramlar, teknolojik haramlar ve siyasi haramlar şeklinde üç kısma ayırabiliriz. Yeni meydan okumalara acil ve geçici karşı koymananın yolu olarak  şer’i  tahrim/haramlaştırma yönteminin ortaya çıkan her yeni mesele için kullanılması, sekzenli yılların başından günümüze kadar Arabistan’da fetva krizini derinleştirerek gelmiştir. “Sahve” hareketinin ortaya çıkışı, satışı milyolarca nüshaya varan kitapların, münazaların ve konuşmaların yayılması halkın dini meşrebini değiştirdi ve haram merkezli yaklaşımların giderek yerini “ibahe” merkezli yaklaşımlara bırakmasına neden oldu ( ileride bu hususu daha fazla izah edeceğiz).

Suudi devletin kuruluşu ve dini aşırılığın başlaması

Suudi devletin 1774 yılında ilk kuruluşu, Al-ı Suud yönetim başkanı Muhammed bin Suud ve vehhabilik mezhebinin kurucusu Muhammed bin Abdulvehhab arasındaki ittifakla birlikte gerçekleşti, böylece bu iki kişi Suudi Arabistan tarihinde yeni bir sayfa açacaklardı. Al-ı Suud yönetiminin kurulmasıyla birlikte gelişim ve büyümenin tüm kapıları halkın yüzüne kapandı, öyle ki Arabistan milletinin cismi şu anki zamanda iken ruhu tarihte avare ve sergerdan olmuştur.

Vehhabilik mezhebi Bin Suud’un desteği ile kendi kendine sıkı bir tahrim/haramlaştırma başlattı; televizyondan kamaralı telefona, dinlenme ve eylence amaçlı gezilere, kadınlarla irtibat kurmaya, uydu ve internet ağından yararlanmaya, roman ve öyküleri okumaya kadar pek çok şey, insanlığı fesada sürüklüyor diye haram ilam edildi. İlginçtir, sevginin ifadesi için kırmızı gül takdim etmek te haram oldu, zira “küffara benzeşme”nin örneği sayılıyordu.

Yüzleşme yerine tasfiye  ve hasır altı etme yaklaşımı ve yüzeysel bakışın hakim kılınması sonucunda vehhabi şeyhlerin fanatik dini aşırılığı, 1979 yılında Cuheyman el-Uteybi liderliğinde Al-ı Suud yönetimine karşı arda arda yaşanan halk itirazlarına yol açtı. Gelişen itirazlar bir kez daha tahrimlerin gündeme gelmesi için fırsat oldu. Bu sefer de “def-i mefasid celb-i mesalihten evladır” fıkhi kaidesi suistimal edilerek itiraz ve gösteriler haram listesine dahil edildi.

El -Uteybi’nin ortaya çıkışı sadece aşırı dini düşüncelerin sonucu değildi, belki Suudi devlet adamlarının siyasi davranışının da göstergesi olmuştur. Kral Faysal’ın 1975 yılında yeğeni Halit bin Musaid tarafından suikasta uğraması bunun bir kanıtıdır. Siyasi saikler, yönetimin halka daha fazla kısıtlamalar dayatması için başka bir etken oldu. Emri bi’l-maruf kurulu daha güçlü bir şekilde görünmeye başladı ve namaz vaktinde bütün mağazaların kapatılması ve bireylerin davranışlarının gözetim altına alınması emrini verdi.

Arabistan şu anda dini tevazün ve itidalin bir halini yaşıyor. İtidal ve vasatçılık daha çok güney, doğu ve Hicaz gibi bölgelerde hakimdir, zira diğer toplumlarla, ülkelerle olan sosyal ilişkiler muhalif düşüncelerin, hatta vehhabilikten başka mezheplerin kabulü için zemin oluşturmuştur.

40 yıl boyunca ideolojik düşünceleriyle Suudi Arabistan’ı etkisi altına alan es-Sahve hareketini şayet en iyi niteleyecek olan ibare, İslam üzerine araştırma yapan Fransız Olivier Roy’nın “Kutsal Cahalet” adlı kitabında kullandığı “kültürsüz din zamanı” ibaresidir. Fakat Arabistan’da yaşanan son gelişmeleri açıklamak için bu tanımlama yeterli değildir. Müşahhas olan şu ki Arabistan şiddet ve aşırılık merhalesinden geçerek Batı dünyasıyla teamülü ve siyonist rejimle ilişkisini aklamasının yeni bir aşamasına girmiş bulunmaktadır.

Sosyal özgürlükler ve müftülerin darbesi

Kuşkusuz Arabistan toplumunun bugün yaşadığı sosyal gelişmeler sadece teorik çıkmazlar ve özgürlükçü hareketlerin bastırılması sonucunda ortaya çıkmış gelişmeler değildir; yeni ideolojilerin Arabistan toplumunun değişik katmanlarına sızması, geniş bir malumat ağının her kese açık olması, Arabistan’ın modernite trenine ulaşma coşkusu, kendini tahrim etme ve otosansürün kalkması için iç ve dış kamu oyundan gelen baskılar, Muhammed bin Selman gibi liberalist düşüncelere sahip bir valiahtin iş başına gelmesi, Batılı kuramların düşünürler ve etkili elitler arasında artan nüfuzu, tüm bunlar el ele vererek bugün Arabistan’ın görülmemiş bir değişimler dizisiyle karşıkarşıya gelmesine neden olmuştur.

Abdülaziz Al-ı Şeyh’in, kadınların seçimlere katılımını haram sayan fetvasını kadınların seçimlere katılımını mübah sayan fetvasıyla, o da üç hafta gibi kısa bir sürede değiştirmesi örneğinde görüldüğü üzere fetvalarda yaşanan inkılap ve müftülerin kendilerince çizilen kımızı dini çizgilere karşı darbe yapması, Arabistan’daki dini kurumların Suudi yöneticilerin eğilimlerini teorize etme ve hakimiyetin çıkarlarını islamileştirme aracı hükmünde olduğunu savunan tezi bir kez daha kanıtlamış oluyor.

Dini kurumların saraya bağlı kurumlar haline gelmesi, halk arasında bir güvensizlik dalgasını oluşturmuş durumda. Arabistan halkının bugün ülkelerindeki dini toplumda yaşanan fetva değişiminin, müftülerin yeni nazariyeleri ve içtihatları sonucunda değil, yöneticilerin meşrep ve mizacında yaşanan değişim neticesinde yaşandığını ve yöneticilerin emirlerine tabi olma dışında müftülerin bir çaresinin de olmadığını kavrayacak noktaya geldiklerini söylesek abartı yapmış olmayız.

Bu davranış değişimi ve tartışmalı konularda görüş belirtme hakkını savunamayacak veya görüş belirtmeden önce yönetimin genel politikalarını göz önünde tutacak ve dini siyaset mezbahasına götürecek derecede dini kurumların hakimiyete bağlı oluşu, İslam ümmetinin kazanımlarından geri adım atmak dışında bir netice getirmeyecektir. Daha düne kadar siyonist rejimin Kudüs’e tecavüzü karşısında “mazluma yardım” diye feryad eden Suudi müftüler, şimdi deneyimsiz Suudi veliahtin talimatıyla Filistin halkına uzlaşma çağrısında bulunuyorlar.

Suudi müftüleri Ali el-Halebi gibi, siyonist yahudilerin katledilmesinin haramlığından dem vururlarken Yemenli Müslüman ve mazlum kardeşlerinin katliamı karşında ise sadece susmamış, belki onların katlini vacip görmüşlerdir. Vehhabi müftüler bu tür fetvalarla kendilerinin ve Al-ı Suud yönetiminin yıkılışına giden yolu açıyorlar, zira ‘mülk küfr ile yaşayabilir ama zulüm ile yaşayamaz’.

Muhammed Rayici / Rasanews    

Çev: Mehmet Gönül / Welayet News



Yeni yorum ekle