Batı ile İletişim Halinde Olmak İtibarını Yitirmiştir

Sa, 27/08/2019 - 08:36

Yerli üretim, ekonomik sorunları çözmenin anahtarıdır. Bu anahtarı ekonomik sorunlar kilidinde elde etmek ve çevirmek kolay değildir ama bunu yapmak gerekir.

Welayet News - Muhammed İmani Keyhan Gazetesinde kaleme aldığı yazısında şu ifadelerde bulundu:

1-    2013-2014 yıllarında, müzakerelerin zirvesinde, bazı yöneticiler ve analistler tarafından düşmanın barış arayışına girdiği ve müzakere ile uzlaşıya varılabileceği yönünde bir algı oluştu. Ancak barışın iki tarafı vardır ve diğer taraf da barış arayışı içinde olmalı ve düşmanlığı sonlandırmak için gerekli güvenceyi vermelidir. Barış sözü karşılıklı ve dengeli olmalıdır ve bu barış, vakit öldürmek, düşmana zaman kazandırmak olmamalıdır ve taraf, barış havasında uykuya dalmamalıdır.

2-    Böyle bir barışın en akıllıca formülünü İmam Ali as açıklıyor ve şöyle buyuruyor:

‘ولا تدفعنّ صلحا دعاک الیه عدوّک للَّه فیه رضا، فإنّ فی الصّلح دعهًْ لجنودک، و راحة من همومک، و أمنا لبلادک’

“İçinde Allah rızası olan ve düşmanın sunduğu bir barışı reddetme, çünkü barış, ordunun huzura ermesine, sıkıntılardan kurtulmaya ve şehirlerinizin güvenliğine sebep olur.” Hazret Ali bu sözlerin ardından hemen şöyle buyuruyor:

“ولکن الحذر کلّ الحذر من عدوّک بعد صلحه، فإنّ العدوّ ربّما قارب لیتغفّل فخذ بالحزم و اتّهم فی ذلک حسن الظّنّ

“Ama barışın ardından düşmana çok dikkat edin, yakınlaşıp ansızın sizi gafil avlayabilir. Bu nedenle, tedbirli ve ileri görüşlü olun ve bu konuda hüsnü zandan uzak durun.’

3-    Maalesef saygıdeğer hükümet hem bu anlaşmanın yazılmasında ve hem de sonrasında bu gerekli formüle yeterince dikkat etmemiştir. Düşman yıllardır kapsamlı bir savaş içerisindedir ama bu tarafta, hala sadece hayal ve sorumluluktan kaçış içinde ve barış sevdasında olan ve uzlaşı ve barış rüyası gören kişiler var. Aylardır “Ülkeler deli mi ki, sizin gibi anlaşmayı ihlal edenlerle müzakere yapsın” “Batı ile iletişim halinde olmak İran kamuoyu nezdinde itibarını yitirmiştir”, “Avrupa, on bir taahhüdün hiçbirini yerine getirmedi”, “Nükleer Anlaşma’dan sonra Londra’da hatta bir banka hesabı bile açtıramadık”, İran petrol tankerlerinin İngilizler tarafından alı konulması Nükleer Anlaşmanın ihlaliydi; bu anlaşmayı imzalamamalıydık” tarzında bir edebiyatı, Sayın Ruhani, Sayın Zarif ve Sayın Şemhani gibi kişilerden işitiyoruz. İş öyle bir boyuta vardı ki, Amerika ile müzakere imkânı olduğunu düşünen danışmanlardan olan Sayın Seri’ül Kalem şunları söyledi: ‘Hukuki olarak ve Amerika iç politikası açısından Nükleer Anlaşmanın temelleri zayıftır ve bunun kırılganlığı Amerika’yı tanıyan herkes için ortadadır.

 

Ancak hükümetin ve Dışişleri Bakanlığının politikası bu karar ve değerlendirmelere oldukça aykırıdır. Aynı zamanda, özellikle Airbus ve Peugeot anlaşmalarını ihlal eden Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri ve utanmaz ve anormal bir hükümet olan Amerika ile müzakereye hatta diplomatik hareketler çerçevesinde bakmak, ekonomi yönetiminin kaybolan kilidini New York ve Paris etrafında bulma arzusu içerisinde olmaktır!

Cansız bir naaş olan Nükleer Anlaşmanın yanında yeni müzakere konusu hangisidir? Nükleer Anlaşmayı müzakere edilmez ve çene yormaktan başka bir şey olmayan bir anlaşma olarak nitelendiren, İran’ın Nükleer taahhütlerinin artması mı!

4-    Aynısı altı yıl önce de yapıldı, dayatılan bir savaştayız, ancak bazı politikacılar buna gözlerini kapattılar. Hala gerçeklerle ve bölgenin hakikatiyle yüzleşmek istemiyorlar. Altı yıllık bir deneyimin ardından, hafızası zayıf ve ibretleri unutan ve öğrendiklerini defalarca yeniden öğrenen ve fazladan masraf yapan kişiler gibi olmamalıyız. Diğer taraf, barışa ve anlaşmaya ve karşılıklı saygıya asla inanmadığını gösterdi; Her şeyden önce Obama dönemindeki sabotajları (vize yasağı ve Catsas ve Issa yaptırımlarının yürürlüğe girmesi) gördük. Barış için saygılı bir müzakere düşüncesi temelde yanlıştır. Şimdi onların son kırk yılın başarısız savaşını sürdürmekte ısrar ettikleri ve özellikle de son iki yılda "Dördüncü Dünya Savaşı" ve "Üçüncü Dünya Savaşı" olarak adlandırdıkları savaşta ısrar ettikleri açıktır. Batı Asya bölgesindeki son yirmi yılın genel sonucu, Direniş Cephesi'nin gücü ve dayanıklılığıydı. Düşman ise önce Dördüncü Dünya Savaşı'nı (Afganistan ve Irak'a doğrudan saldırı), sonra da III. Dünya Savaşı'nı (Irak ve Suriye ve Yemen’de vekalet savaşı) ilan etti ve amacı, İran merkeziyetindeki İslami Direniş Cephesini yok etmekti. Dayatılan bu savaş, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen'deki direniş ekseninin zaferi ve kaybeden düşmanın zararı ile sonuçlandı ve düşmanla bu düzeyde karşı karşıya gelmek gerekir.

5-    Tehdit ve saldırı karşısında, savunma ve saldırı gardı alınmalıdır. Amerika ve Avrupalıların ayakları altında ezilen Nükleer Anlaşmanın cesedi için yeniden tek taraflı uzlaşı ve ılımlı mesajlar gönderilmemelidir. Bu, izzet ve maslahattan uzaktır. Hükümet bir taraftan özellikle içeride Nükleer Anlaşmadan çıkmayacağını ve her ne pahasına olursa olsun ona bağlı kalacağını açıklıyor ama diğer taraftan bu konuyla çelişen davranışlar sergiliyor, sürekli olarak ve adım adım sorgusuz sualsiz, Nükleer Anlaşmanın uygulanmasında ısrarcı olmak geri adım attırır ve taahhütleri arttırmak için müzakere yaptırır! İran için yeni taahhütler oluşturma ekseninde ister Fransa ile, ister yedili grupla (Almanya, Fransa, İtalya, Japonya, İngiltere, Amerika ve Kanada’ tekrar müzakere, yasa dışı bir eylem ve İran tarafından taahhütlerin uygulanmaya devam edildiği, Nükleer Anlaşmanın iptalinin onay mührüdür! Böyle bir durumda karşı taraf, masrafız bir şekilde taahhütlere uymadığından ve daha fazla baskı uygulayabileceğinden neden emin olmasın ki?! Hükümetinin ve Dışişleri Bakanlığının Nükleer Anlaşma karşısında görevlerinin ne olduğu belli değildir. Eğer bu anlaşmayı iptal edilmiş olarak görüyorlarsa, bunu söylemeli ve taahhütlerin uygulanmasını durdurmalılar. Ama eğer bu anlaşmayı geçerli görüyorlarsa, asılsız vaatler karşılığında yeniden Nükleer Anlaşmada daha kapsamlı taahhütlerin alına girip batının taahhütlerini azaltmamalılar. Nükleer Anlaşma ülke içerisinde kutsal ama batıya göre itibarsız mı?

6-    Dünyadaki ortak diplomasi dili, otorite ve kararlılık dilidir, gücü satmak ve daha sonra da yalvarmak değil. Oysa Nükleer Anlaşma hala Batı’nın rehinidir. İran’ın petrol taşıyan tankeri, Devrim Muhafızları tarafından güçlü bir eylemde bulunularak İngiliz korsanlarının elinden alındı. Yoksa, eğer sadece müzakere ile olsaydı, 16 ayda Avrupa ve Amerika'nın aklı başına gelirdi. Avrupalılar asgari taahhütlere bile geri dönmedi çünkü yeterli kararlılık ve otoriteyi görmediler. Mesela, Sayın Ruhani “Taahhütleri azaltma sürecinde müzakere etmeye devam edeceğiz, ancak ikinci 60 günün sonunda sonuç alamazsak kesinlikle üçüncü aşamaya başlayacağız ve ondan sonra da makul, adil ve dengeli bir çözüm bulmaya ve karşılıklı taahhütleri yerine getirmeye bağlı kalmak için 60 gün zaman vereceğiz. Hemen vakit belirlemek caydırıcılık için mi yoksa sözünde durmayan tarafın başının altına yastık koymak için mi? Şimdi açıkça iki diplomasi modeliyle karşı karşıyayız - ne yazık ki Nükleer Anlaşma modeli (ve hatta Nükleer Anlaşmadan sonraki süreç) Batı’da hükümetimizin prestijini ve güvenilirliğini zedeliyor ve Trump'ın gelişmiş İHA'larının İran tarafından düşürülmesinden sonra, askeri olarak yanıt vermekten korktuğu, ya da İngiltere’nin, aşağılanmayı bile göze alarak İran petrol tankerlerini serbest bıraktığı, İran İslam Cumhuriyeti’nin düşmanlara karşı güçlü ve caydırıcı bir model oluşunu zedeliyor. 

7-    İslam İnkılabı Rehberi, hükümet yetkilileri ile gerçekleştirdiği son görüşmesinde iki önemli ve stratejik nokta konusunda açıkça uyarıda bulundu. Bu iki önemli kılavuza dikkat etmek hükümetin kalan iki yıl karnesini geçen altı yıldan farklı kılar; bu hususlardan ilkinde İmam Hamanei şöyle buyurdu: “Düşmandan gerçekten de korkmayın, bizim karşımızdaki düşman bugün doğmadı, İnkılabın ilk gününden beri düşmanımızdı…Eğer Amerika ve Avrupa ve eski Sovyetler Birliği ve diğer güçler, İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı bir halt edebilselerdi ederlerdi, görüyorsunuz ki yapamadılar; Tabi niye, eziyet edip zorluk çıkardılar ama kendi haysiyetlerini de yok ettiler… Bugünkü İran İslam Cumhuriyeti nerde, 20 yıl ve 30 yıl önceki nerde! Yerden göğe kadar farklı, siyasi, askeri ve çeşitli alanlarda eylemlerimiz ve gücümüz gelişti, düşman hiçbir halt edemez; bu açıdan düşmanı düşünmeyin yani gerçekten de kırk yıl önce yapamadıklarını ikinci kırk yılda da Allah’ın izni ile yapamazlar ve ikinci kırk yıl bizim için ilk kırk yıldan daha iyi ama onlar için daha kötü olacaktır; Bundan emin olun ve bu konuda şüpheye kapılmayın.’

8-    İmam Hamanei’nin buyurduğu ikinci husus işe şuydu: ‘Gerçek anahtar ekonomik refahtır. Yerli üretim, ekonomik sorunları çözmenin anahtarıdır. Bu anahtarı ekonomik sorunlar kilidinde elde etmek ve çevirmek kolay değildir ama bunu yapmak gerekir. Düşmanla en iyi mücadele, üretim patlamasıdır…

Ülkenin ekonomik ortamında, bazı ekonomik faktörler hareket ederlerse, bütün ekonomik çalışma devam eder. Bunlardan biri, örneğin konut sektörüdür. Konut sektörü devam ederse, kendi kendine ülkenin ekonomik sektörünün önemli bir bölümünü hareketlendirir. Bu alanlardan biri tarım, biri otomotiv, biri bilgi tabanlı şirketler ve biri de ev aletleridir, bunlar her ülkede yönlendirici konulardandır. Eğer bu faktörler hareket ederlerse genel ekonomik bir hareket olacaktır. Eğer söylenen bu hususlar ciddi bir şekilde dikkate alınırsa, yaptırımlar gerçekten de fırsata dönecektir. Ekonomi yönetimi bölümünde, üretim sorunlarındaki mevcut sorunların daha az hissedilmesi için, takdire şayan çabalarla birlikte, daha dikkatli bir şekilde program yapılmalı ve uygulanmalıdır.

Şunu söylemeliyim ki, hükümet mecmularının ve ülke yetkililerinin üretici kişiye bakış açısı bir savaşçı gibi olmalıdır; ekonomik savaş demiyorlar mı, bu ekonomik savaşın askerleri kim? Yerli ekonomi de genellikle üretimle güçlenir, siz bu üreticiye savaşçı gözüyle bakmalısınız… Bir üretici bir işi yapacağı zaman ve başlayacağı zaman yedi handan geçmelidir; ben yedi han diyorum, aslında bazen yedi handan geçmek gerekiyor.



Yeni yorum ekle