Dünya Nüfusunun Artışı; Tehdit mi Fırsat mı?
1950'de dünya nüfusu 2 milyar 500 milyon iken 11 Temmuz 1987'de ise 5 milyara ulaştı.
Welayet News - Bu başını alıp giden nüfus artışı uluslararası toplumun da ciddi kaygılarına neden olmuştur. Bu yüzden Birleşmiş Milletler Teşkilatı da 1989 yılında genel gelişme siyasetleri ve programları eksenli nüfus meselelerine daha fazla odaklanmasını önerdi. O zamandan beri 11 Temmuz günü dünya nüfus günü olarak tanındı.
Böyle bir günün adlandırılmasından güdülen hedef, doğurganlık sağlığının önemi ve de dünya nüfusu konusundaki farkındalığın arttırılması idi.
Son zamanda Birleşim Milletler Teşkilatı Ekonomik ve Sosyal Konseyi'nin nüfus bürosu tarafından yayımlanan 2019 Dünya Nüfus Vizyonu raporunda dünya nüfusunun mevcut yüzyılın sonlarına dek 11 milyar kişiye ulaşacağı belirtilmiştir. Bu rapor ayrıca dünya nüfusunun, beklenen yaşam süresinin arttığı ve de doğurganlığı düşüşe geçmesinden dolayı yaşlandığını bu olay ile karşı karşıya kalan ülkelerin de sayısının arttığını gösteriyor. Halbuki yeni yapılan nüfus tahminlerine göre 2050'ye kadar 9 ülke dünya nüfusunun yüzde ellisini oluşturacaktır. Hindistan, Nijerya, Pakistan, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Etiyopya, Tanzanya Cumhuriyeti, Endonezya, Mısır ve ABD gelecek yıllarda sırası ile en çok nüfus artışını yaşayan ülkeler olacaktır. Yine tahminlere göre büyük bir ihtimalle 2027 yılına kadar Hindistan'ın Çin yerine geçip dünyanın en kalabalık ülkesi olacağı konuşulmaktadır.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı raporuna göre Afrika çölünün güney bölgeleri 2050 yılına kadar yüzde 99'luk bir nüfus artışı ile karşılaşacaktır. Aynı süre içerisinde ise Okyanusya, Afrika kıtasının kuzeyi, Batı Asya, Orta ve Güney Asya, Latin Amerika ve Karayipler, Doğu ve Güneydoğu Asya, Avrupa ve Kuzey Amerika 2019 ila 2050 yılları arasında daha düşük bir nüfus artışı yaşayacaklardır. Bu raporda ayrıca dünyadaki doğurganlık oranının 1990'daki 3.2'den 2019'da yılda 2.5 çocuk doğurma oranına gerilediğine değinilerek 2050'de 2.2 oranında olacağı belirtilmiştir.
Uzmanlar açısından dünya nüfusunun durumundaki ortaya çıkacak değişiklikler sürdürülebilir kalkınma çerçevesindeki ülkülere ulaşmak yolunda ciddi sorunlara yol açacaktır. Birleşmiş Milletler Teşkilatı Genel Sekreterinin Sosyal ve Ekonomik Yardımcısı Liu Zhenmin şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "Bu rapor nerelerde ciddi girişimlerde bulunmamız gerektiğini gösteren yol haritasıdır." Zhenmin hızlı büyüyen nüfusların yoksul ülkelerde olduğunu da söylemiştir. Bu ülkedeki nüfus artışı yoksulluğun yok edilmesi, eşitliğin artması, açlık ve yetersiz beslenme ile mücadele, sağlık ve eğitim imkanları ve kalitesinin arttırılması için ciddi engeller de oluşturacaktır.
Nüfus uzmanlarına göre aslında nüfusların artması ve azalması dünyanın farklı noktalarında fırsatlar ve tehditler yaratmaktadır. Bu alandaki uzmanlara göre nüfus artışı çalışma yaşını etkileyerek ekonomik gelişme için fırsat yaratabilir. Örneğin Afrika çölünün güneyindeki ülkelerin çoğunda ve de Asya, Latin Amerika ve Karayipler gibi bölgelerde doğurganlık oranının azalması çalışma yaşı sayılan 25 ila 64 yaşları arası nüfusun diğer toplumsal kesimlere göre daha fazla büyümesi bu ülkelerin ekonomik gelişmeleri için fırsat yaratmıştır. Bu kolektif menfaatten yararlanılması için hükümetler sağlık ve eğitim, özellikle de yatırımcılara yardım ve de ekonomik büyümesi için gerekli zemini hazırlamak zorundadır.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın son nüfus raporunda ise doğurganlık oranının azalması ile 2050 yılına kadar her altı kişiden birinin yaşının 65 beş üzerinde olacağı belirtilmektedir. Bu oran ise 2019'da her 11 kişiden biri kadardır. Ayrıca 2050 yılına kadar Avrupa ve Kuzey Amerika'da yaşayan her dört kişiden birinin 65 yaş veya üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. 2018'de ise tarihte ilk kez 65 yaş üzeri nüfus 5 yaş üzerinde olan çocuklar rakamını geçti. Böyle bir gidişatla 80 yaş ve üzeri nüfusun üçe katlanacağı yani 2019'da 143 milyon kişiye ve 2050'de 426 milyon kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. Doğal olarak çalışma yaşları arasındaki nüfusun azalması sosyal güvenlik kurumlarını da ciddi bir baskı altında bırakacaktır.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı verilerine göre 2100 yılına kadar birçok Avrupalı ülkesi nüfuz düşüşü ile karşı karşıya kalacaktır. Bu raporda 2100 yılına kadar Avrupa nüfusunun 120 milyon azalacağını tahmin edilmektedir. Bu da Avrupa'nın nüfusunun 750 milyondan 630 milyona düşeceği anlamına gelir. Bu tahminlere göre İtalya yaşayacağı 20 milyonluk düşüş ile ilk sırada ve Almanya da 9 milyonluk düşüş ile ikinci sırada Avrupa'da en çok nüfusu azalan ülkeler arasında yer alacaktır. Arnavutluk, Moldova ve Sırbistan nüfusları ise tahminlere göre yarıya düşecektir. Tabii İngiltere bu tahminlere göre müstesna bir durum yaşayacaktır. Birleşmiş Milletler Teşkilatı raporuna göre İngiltere'de nüfus yaklaşık 10 milyon artacaktır. Ayrıca Norveç, İsveç, İsviçre ve İrlanda gibi ülkelerin nüfusunda da artış gözlenmektedir.
Veriler ve yapılan tahminler göz önünde bulundurulduğunda yoksul bölgelerde nüfus artışının daha hızlı bir şekilde devam edeceği söylenebilir. Bu artış ise Afrika çölü güney bölgesi ülkelerinde, Asya, Latin Amerika ve Karayiplerin bazı bölümlerinde ise çalışma yaşında olan kesimin artmasına yol açacaktır. Ancak bu hem bir fırsat hem de bir tehdittir. Bu konu ise kaygılara yol açmaktadır. Bu da yoksulluk, açlık ve zorunlu göçten duyulan kaygılardan oluşmaktadır.
Bildirilen istatistikler bu ülkelerde halihazırda 663 milyon kişinin sağlıklı içme suyuna ve 795 milyon kişinin de yeterli besin maddeleri ve gıdaya erişimleri olmadığını gösteriyor. Bu ülkelerde insanların 9'da biri kadarı geceleri aç karın yatıyor. Günlük olarak 25 bin kişi yetersiz ve yanlış beslenme yüzünden hayatını kaybediyor. Bunlar arasından 18 bini ise 5 yaş altında olan çocuklardır. Bir diğer yandan ise bu kişilerin dar mekanlarda yaşamak zorunda kalmaları da ciddi sağlık sorunlarına yol açıp ailedeki şiddet ortamını da tetiklemektedir. Böyle bir ortamda işsizlik, hava kirliliği, toplumsal sorunlar ve gerginlikler de toplumun genelinde artmış olur. Son yıllardaki uzun vadeli kanlı savaşlar ise nüfusun kontrolsüz artması ve kaynakların azalmasından dolayı meydana gelmiştir.
Bilim insanları nüfus artışının iklim değişikliklerini de etkileyeceğinden kaygı duymaktadırlar. Dünya nüfusunun artması ile insanlar daha fazla doğal kaynaklara ihtiyaçları vardır. Bu mesele ise doğanın daha fazla tahribi, endüstriyel faaliyetlerin artması ve hava ısısının artmasına yol açacaktır. Ayrıca kimi bölgelerde nüfusun artması ile beraber enfeksiyonel hastalıklar da artıp insanlar ve yerküre daha fazla zarar görecektir.
Washington üniversitesi klimatoloji grubu başkanı Amy Sonnor bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: "Bu mesele iklim değişiklikleri ve de sera gazlarının yayılmasının hızlanmasına neden olacaktır. Nüfus arttıkça insanların ihtiyaçlarını gidermek için daha fazla kaynağa ihtiyacınız vardır. Bu mesele ise iklim değişiklileri alanında mücadeleleri daha zorlu hale getirecektir. "
Toplamda nüfus artışına olan iyimser yaklaşımların yanı sıra bu alandaki kaygıların ve sorunların da ciddi derecede fazla olduğunu söylemek mümkün. Tabii bu sorunlar ve kaygılar tamamen gerçeğe dayalıdır. Günümüz dünyamızda kimi ülkelerin nüfus azalması ve yıpranması ile ardından da ekonomik düşüş yaşadığı bir sırada diğer ülkeler de nüfus artışı sorunu ile karşı karşıyadır. Bu nüfus artışı da besin kaynakları alanındaki çatışmalara, siyasi gerilimlere ve adil olmayan bir rekabete yol açıp tüm toplumları olumsuz yönde etkileyecektir. Böylece günümüzde nüfusun artmasının hem tehdit hem fırsat olduğunu söylemek mümkün. Aslında refah içinde olan yetenekli bir nüfus her ülke için büyük bir fırsattır. Ancak altyapı olmadan nüfusun artması her ülkenin sürdürülebilir kalkınması için büyük bir tehdide dönüşecektir. Dünya nüfus günü ise dünyanın farklı ülkelerinde ve noktalarında bu alanda gelecekte karşılaşacağımız sorunların ele alınması ve planların yapılması için büyük bir fırsattır.
Yeni yorum ekle