Siyonist rejimin kuzey kalkanı operasyonunun mahiyeti

Pa, 09/12/2018 - 13:46

Siyonist rejim en yüksek karar alma düzeyinde çok şiddetli ve zaman alıcı bir savaşa girmek için bir programının olmadığını gösteriyor.

Welayet News  - İşgalci rejim geçen gün “Kuzey Kalkan” operasyonunun başladığını açıklayarak Lübnan Hizbullah’ı tarafından kazılan tünellere ulaşmak için bu girişimde bulunduğunu ileri sürdü. Bu rejimin kanal 10 televizyonu da bu girişimin Pazartesi günü akşam saatlerinde “güvenlik kabinesi”  tarafından ve İsrail ordusu asli karargah merkezinde sonuca bağladığını üstü kapalı bir şekilde ilam etti. Bu haberin hemen akabinde medyada bir dalga başladı ve İsrail’in normal bir girişimden ziyade yeni bir savaşa hazırlandığına ilişkin çeşitli tahminler gündeme geldi. Bu hususla ilgili bazı noktalara değinecek olursak:

1. Siyonist rejimin direniş cephesinin bir parçasıyla yaşadığı son çatışamanın üzerinden pek uzun bir süre geçmiş değil. Daha üç hafta önceydi, Siyonist rejim 36 saatlik bir savaşta ateşkes talebinde bulunmuştu. Bu ateşkes Netanyahu açısından içerde yaşanacak siyasi bir depreme değecek kadar önemliydi. Bunun birlikte işgalci İsrail ordusunun kışkırtıcı girişimini bir savaşın ayak sesleri olarak tahmin etmek, bu rejimin davranışıyla ilgili edindiğimiz son deneyimle pek uyumlu değildir.

2. İşgalci İsrail ordusu Lübnan’la bitişik olan Filistin’in kuzey nahiyesinde tünellerin bulunduğunu ve Hizbullah’ın gelecekteki girişimlerini etkisizleştirmek için harekete geçtiğini iddia etmekte. Oysa, Suriye savaşında da kanıtlandığı üzere, Hizbullah’ın rakiple çatışıp ona galip gelmesi için tünelleri kullanma gibi zorunlu bir ihtiyacı yoktur. Suriye savaşında Hizbullah “tünel” taktiğini kullanmadan, bu taktiği kullanan rakibine karşı galip geldi. İsrail ordusunun bu mevzudan habersiz kalmış olması da gözükmüyor. Nitekim Lübnan Hizbullah’ı Genel Sekreteri de birkaç yıl önce, yeni bir savaşın çıkması halinde 33 günlük savaşta kullandıkları aynı operasyonel yöntemlerden istifade etmeyeceklerini resmen açıklamıştı. Hizbullah tünel taktiğini “sızmış” ve açığa çıkmış bir taktik olarak görüyor. Ancak yinede, bu operasyonla “Hizbullah’ın Filistin’in kuzeyinde kazdığı tünellere ulaşmayı” hedeflediğini açıklayan gasıp Siyonist ordusunun neyin peşinde olduğu sorusu gündeme geliyor.

Öyle görünüyor ki işgalci İsrail ordusu eşgüdümlü olarak birkaç hedefin peşinde. Ordunun Hayfa’nın kuzeyinden Lübnan sınırına kadar yani yaklaşık 80 km. derinlikte ve 40 km. uzunlukta olan bir alanda başlattığı arama operasyonu, yeni askeri güçlerin bu en hassas bölge üzerinde hakim olması, aynı şekilde savunma stratejisinin güncelleştirilerek yeni güvenlik şartlarına tatbik edilmesi için gerçekleştirilmiş bir askeri manevra olabilir. Hamas’ın son savaş deneyimi ve 30 ila 50 kilometre derinlikte bir alanı ateş altına alması, Hizbullah’ın bundan daha fazla bir derinliği daha geniş kapsamlı şekilde ateş topuna tutacağını ve “Gazze Kılıfı” operasyonu nasıl ki bu bölgenin güvenlik bakımından merkezi bölgeden fiilen kopmasına neden olduysa kuzey bölgesinin de güvenlik bakımından merkezi bölgeden fiilen kopmasına neden olacağını İsrail ordusuna hatırlatmış oldu. Bununla birlikte işgalci İsrail ordusu bu bölgeninin özelliklerini daha ayrıntılı şekilde inceyeleyerek ve son 12 yıl içinde –yani 33 günlük savaşın ardından –orduya katılan askerleri bu durumla aşina ederek kendini geleceğin güvenlik şartlarına hazırlaması gerekiyor.

Öte yandan bu bölge Gazze’ye oranla daha fazla riskler barındıyor, zira bir yandan Lübnan’daki mühacim güç  –yani Hizbullah – Gazze’deki mühacim gücün aksine kuşatma altında değilken ve Suriye’deki stratejik derinliği ile ittisal halindeyken diğer yandan ise yüksek bölgede yer alıyor ve Filistin’in kuzey bölgesi fiilen ayakları altında bulunuyor. Oysa Gazze’de Hamas alçak bir alanda bulunduğu yer de, yükseklikler İsrail rejiminin elinde bulunuyor. Ancak, İsrail geçekten Hizbullah tarafından bir savaşın başlamasını mı bekliyor yoksa Hizbullah’a karşı yeni bir savaşı başlatmanın mı peşinde?

3. 33 günlük savaş, İsrail ve Hizbullah arasındaki güvenlik şartlarını dengelemişti; iki taraf arasında savunma ve askeri bakımdan bir tür eşit denge yaratmıştı ve bu yüzden her iki tarafın stratejisi “caydırıcılık” üzerine kurulmuş, taraflardan herbirinin savaşın başlaması hususunda mülahazları ve yükümlülükleri vardı. Suriye savaşı çıkınça –ki bir iç savaş olarak gören Batı’nın iddiasının aksine bu savaş uzun süreli ve şiddetli bir küresel savaştı – işgalci İsrail rejimi, bu savaşın Hizbullah’ın gücünü büyük ölçüde azalttığını ve dahili konumunu etkilediğini sanıyordu; öyle ki bir süre önce ölen İsrail eski istihbarat şefi Meir Dagan, Suriye krizinin Hizbullah’ı yutacağını ve hatırası dışında geride bir şey bırakmacağını söylemişti. Ancak savaşın gidaşatı öngördükleri şekilde ilerlemedi ve Hizbullah onurlu bir şekilde savaştan çıkmayı başardı. Hizbullah’ın Suriye krizinde güçlü ve etkili şekilde varlık göstermesi, Siyonist liderler için özellikle işgalci generaller için inanılması güç olan iki önemli siyasi ve güvenliksel sonuç ortaya çıkardı.

Bu etkili varlığın birinci sonucu kendini güvenlik sahasında ve askeri pozisyonda gösterdi. Suriye savaşından önce Lübnan Hizbullah’ı bu ülke coğrafyasının sadece bir bölümünde etkindi ve bu etkinliği, daha koyu bir şekilde Lübnan Şiilerinin coğrafyasında bile varlık göstermesine yol vermiyordu. Öte yandan Hizbullah’ın Lübnan hükümetindeki ciddi muhaliflerinin varlığı, devlet aygıtına sırtını verme olanağını ortadan kaldırmış ve genel olarak “sınırlı Hizbullah”a yol açmıştı. Hizbullah’ın Suriye coğrafyasında etkili varlık göstermesi ve askeri çatışmadan galip çıkması bu iki sınırlandırmayı ayaklarının önünden kaldırdı. Şimdi Hizbullah hem istenilen coğrafi bir konuma hem de Suriye yönetiminin topyekün desteğine sahiptir. Bu itibarla, Suriye’deki Hizbullah Lübnan’daki Hizbullah değildir.

Hizbullah’ın Suriye’deki zaferinin ikinci önemli sonucu, Lübnan’daki belirgin siyasi başarısıdır. Hizbullah bundan önce asgari bir düzeyde ancak Lübnan parlemantosu ve kabinesinde etkinlik gösteriyordu ve bu etkinlikte kendisine düşen maksimum pay, muhaliflerinin bu iki kurumda bazı güvenlik kararlarını almalarını önlemekti. Bu çerçevede, Hizbullah 33 günlük savaş sonrasında muhaliflerinin “tıkayıcı üçte bir” adını verdiği “garantileyici üçte bir”i elinde tutmada ısrar ediyordu, kabine ve parlemantodan başka bir beklentisi de bulunmuyordu. Nitekim eğer Hizbullah’ın Suriye’nin şiddetli askeri krizindeki müdahalesi başarısızlıkla sonuçlansaydı siyasi geleceği tamamen ortadan kalkabilirdi ama Hizbullah’ın bu savaştaki süpriz zaferi ile birlikte siyasi konumu tespit olmakla kalmadı, belki daha de pekişmiş oldu. Şu anda Hizbullah, geçen seçimden sonra, 120 Şii, Sünni ve Hıristiyan milletvekilinden birbiriyle tamamen uyunlu olan 75 milletvekilini kendi hanesine kazandırmış bulunuyor. Bu, direnişin Lübnan siyasi sistemindeki payının yüzde 33’ten yüzde 62/5 düzeyine çıkması demektir, yani iki kat artış kaydetmiştir. Bu yüzden Saad el-Hariri Hizbullah’ın hükümetteki konumunu aşağıya çekmek için Hizbullah’ın seçilmiş Sünni milletvekillerini ısrarla gözmelikten geliyor ve bu da kendi başına Hariri’nin yeni kabinesinin kurulmasını bir sorun haline getirmiş durumda. Bunun birlikte bugün Hizbullah’ın Lübnan ve Suriye’deki şartları İsrail’i dehşete düşürmüştür.

4. İşgalci rejimin nihai değerlendirmesinde “ateşkes”, direnişi bölgede daha da güçlendirmiştir. Bu nedenle, hala Hizbullah’a karşı yeni bir savaşı başlatmaktan çekiniyor ama aynı zamanda istikrarlı durumun sürmesini de kendisi için ciddi bir tehlike olarak görüyor, dolaysıyla giderek “savaşlar arası ipte oynama” formülüne varmış ve bu formülden hareketle, hem savaştan ve savaşın getirdiği sayısız maliyetlerden hem de direnişin güçlenip üstünlük kazanmasına neden olan uzun süreli ateşkesten sakınmak gerektiğini söylüyor. İsrail bu formül çerçevesinde “güvenlik iltihapları”nın alevini savaşa evrilmeyecek kadar yükseltiyor ve böylece direniş cephesinin güçlenmesini engelliyor. Bu yüzden, görüyoruz ki İsrail Golan tepelerinde yaptığının aynısını Gazze’de yapıyor ve güney Lübnan’da ne yapıyorsa aynısını Golan tepelerinde yapıyor, yani güvenliğe bir fiske atıyor sonra da hemen toparlıyor. Her üç konuda da işgalci İsrail kuvvetleri asgari düzeyde ama aynı zamanda tahrik edecek şekilde mevzilenmiş durumda.

Siyonist rejim en yüksek karar alma düzeyinde çok şiddetli ve zaman alıcı bir savaşa girmek için bir programının olmadığını gösteriyor. Gazze savaşı sırasında Siyonist rejimin güvenlik kabinesi, hatta savaşın Netanyahu tarafından durdurulmasına itiraz ederek savunma bakanlığından istifa eden Avigdor Liberman da dahil, operasyonun durmasını onayladı ve Hamas’la müzakereyi kabul etti! Yine geçtiğimiz gün işgalci ordunun Filistin’in kuzeyinde başlattığı (‘Kuzey Kalkanı’ isimli) arama operasyonu sırasında Hizbullah’ı olaya karıştırdılarsa da ancak bu girişimin Hizbullah’ın Filistin’in kuzeyindeki saldırı tünellerini kapatmakla sınırlı olup bu amaca dönük bir girişim olduğunu vuguladılar. Gasıp İsrail ordusunun Suriye’ye yönelik girişimleri için de aynı durum geçerlidir. İsrail ordusu, Rusya Hava Kuvvetleri üyelerinden 18 kişinin ölmesiyle sonuçlanan bir uçağın düşürülmesi sonrasında kendi uçaklarının Suriye hava sahasına girmesini durdurdu.

Tüm bunlar, sınırlı tahrik etme, rakibi korkutma ve maliyetlerini arttırma politikasının İsrail tarafından hala sürdürüldüğünü gösteriyor. Bu politika, üstünlük sağlayamayan ve rakibi kontrol etme çabası dışında bir çaresi bulunmayan bir rejim ve ordunun politikasıdır.          

 

Keyhan gazetesi / Saadullah Zarii

Çev: Mehmet Gönül

Welayet News 



Yeni yorum ekle