Yüksekdağ: Davutoğlu bize 'PYD ile ÖSO ittifak yapsın' dedi
HDP'nin tutuklu eski Eş Başkanı Figen Yüksekdağ savunmasında Kobani olaylarına ilişkin değerlendirmelerde de bulundu.
Welayet News - HDP eski Eş Başkanı Figen Yüksekdağ'ın tutuklu yargılandığı davanın 7'nci duruşması bugün Ankara 16’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Mahkemede savunma yapan Yüksekdağ, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin "Berberoğlu’nun tutuklanması münferit bir hadiseydi, dokunulmazlıkların kaldırılması HDP’ye yönelikti" dedi.
Yüksekdağ, savunmasına başlamadan önce kalp krizi sonucu yaşamını yitiren HDP eski Urfa Milletvekili İbrahim Ayhan için başsağlığı mesajı diledi. Yüksekdağ, Ayhan için "Bu halkı temsiliyet makamında onurlandırmış bir insan, İbrahim Ayhan, Güney Kürdistan'da sürgünde yaşamını yitirdi. Onun anısı ve mücadelesi önünde minnetle eğiliyorum. Ruhu şad olsun" sözlerini kullandı.
Yüksekdağ, 6-8 Ekim 2014'de yaşanan Kobane eylemlerine ilişkin yaptığı savunmada, Barış sürecinin IŞİD'in Kobane'ye yaptığı sırada bittiğini ifade etti. İktidarın PYD'ye Özgür Suriye Ordusu ile ittifak yapması teklifinin geldiğini söyleyen Yüksekdağ, "Çözüm süreci, Kobane süreci ile bitti. IŞİD ile ittifak halinde Şam rejimi düşürülmek adına yapılan bir plandır bu süreç. Bunu net soylüyorum; çünkü dönemin Başbakanı Davutoğlu bunu bizzat söylemiştir bize." dedi.
83 YILA KADAR HAPSİ İSTENİYOR
Ankara Sincan Cezaevi Kampüsü Salonu'nda görülen 6 Temmuz'daki duruşmaya katılmayan Yüksekdağ bugün aynı salondaki duruşmasında savunma yaptı. HDP milletvekillerinden Ayhan Bilgen Murat Cep ni Tülay Hatimogulları, Oya Ersoy ve Avrupa Birliği'nden bir heyet katıldı.
Duruşma salonuna 40 kişilik izleyici kotası getirilirken, sarı basın kartı olmayan gazeteciler alınmadı. Kimlik tespiti ardından davaya gelen belgeler okundu.
Yüksekdağ, “Örgüt yöneticiliği”, “Örgüt propagandası yapmak”, “Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet”, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ve “Suç işlemeye tahrik” iddialarıyla tutuklu yargılanıyor. Dosya kapsamında Yüksekdağ hakkında 30 yıldan 83 yıla kadar hapis cezası istenirken, 92 sayfalık iddianamede, Yüksekdağ'ın Demokratik Toplum Kongresi (DTK) içerisindeki faaliyetleri ve diğer eylemleri nedeniyle “örgüt yöneticisi” sıfatıyla cezalandırılması da talep ediliyor.
Yüksekdağ'ın savunması şöyle:
'AYHAN'IN KARŞI KARŞIYA KALDIĞI TABLO TÜRKİYE'DEKİ DEMOKRATİK MUHALEFETİN ÖZETİ'
Bugünkü dava duruşmasında fezlekeler hakkında konuşacağım. DTK hakkındaki fezleke, 1 no’lu fezleke, Urfa, Suruç konuşmam ve 6 - 8 Ekim süreciyle ilgili fezlekeler üzerine konuşacağım.
Öncelikle savunmama geçerken zorunlu birkaç noktaya da vurgu yapacağım. Bizler siyasi saiklerle yargılanan ve yargı tehdidi ile karşı karşıya olan insanlar olarak her duruşmada siyasi tutumlarla karşı karşıya kalıyoruz. Siyaseten yaşanan her şey bizi ve dava süreçlerini ilgilendiriyor. Birincisi; siyasi kurum üzerinde ağır basınç politikalarıdır. Bunun sonucunu geçtiğimiz günlerde yaşadık. İki dönem milletvekilliği yapan, beraber çalıştığım İbrahim Ayhan vefat etti. Ayhan’ın vefatı bu ülkenin Meclis’indeki, memleketteki siyaset durumunu çok açık özetliyor. Bizlerin değil belki ama Türkiye’deki siyaset kurumunun trajedisini resmediyor. Ayhan, kendi temsil ettiği ilde yaşamadı ve ölmedi, sürgünde öldü. bu ülkedeki birçok değerin yaşadığını yaşadı. Nazım Hikmet bunlardan biridir, yıllar sonra hatırlandı. Ahmet Kaya, Yılmaz Güney bunlardan biridir. Adını sayamayacağım çok sayıda sanatçı, aydın, siyasetçi bu ülkeye çok şey katan ve öldükten sonra onların mirasıyla beslendiğimiz insanlardır. Ama ne yazık ki cumhuriyet tarihi boyunca hala deneyimlerden ders çıkarmak gibi bir olgunluğa ulaşılamamıştır. Bu halkı temsiliyet makamında onurlandırmış bir insan, İbrahim Ayhan Güney Kürdistan’da sürgünde yaşamını yitirdi. Onun anısı ve mücadelesi önünde minnetle eğiliyorum. Ruhu şad olsun.
Bu siyasi iktidar onun kıymetini bilmemiş olabilir ama Türkiye halkları onun değerini her gün yeniden keşfedecek ve yüceltecek. Barış, demokrasi, özgürlük ve insanlık değerleri uğrunda mücadele eden ve yaşamını yitiren herkesi minnetle anıyorum. Halklarımıza ve ailesine başsağlığı diliyorum. Eşbaşkanlarımız, milletvekillerimiz cenazedeler. Ben de yüreğimle onların yanındayım.
İbrahim Ayhan’ın karşı karşıya kaldığı tablo HDP’nin ve Türkiye’deki demokratik muhalefetin yüzyüze olduğu tablonun özetidir. Bizleri siyasetten, bu ülkeden sürmeye çalıştılar. Ama tutukluluğum nerdeyse 2 yılı bulacak, onlar bizi sürmeye çalıştıkça gitmedik, dimdik ayakta değerlerimizi savunduk. Onlar bizi yıkmaya çalıştıkça biz daha dik durmayı öğrendik. En fırtınalı denizlerde yol almayı öğrendik, onlar bizi marjinal unsur olarak göstermeye çalıştıkça bizler bu ülkenin bağrında onların karartmaya çalıştıkları değerleri her gün parlatmaya, Türkiye toplumu için aydınlık yaratmaya çalıştık. HDP çok ciddi bir siyasi kuşatma ile karşı karşıya.
Yeni gelişmeler kesinlikle en kötü yerden yaşanıyor. Biz ilk tutuklandığımız gün siyaset kurumunun yargı üzerindeki vesayetinden bahsetmiştik. Yargıyı iktidara bağımlı kılma müdahalelerinden bahsetmiştik. Yargı kurumunun bağımsız bir karar verme inisiyatifine sahip olmadığını söylemiştik. 2 yıl geçmeden bu işgal bir ilhaka dönüşmüş durumda. Güvenilirliği tartışmalı seçim sonuçlarıyla yasama, yürütme ve yargı tek merkezin insafına bırakıldı. Geride bıraktığımız aylar boyunca bu rejimin sonuçlarını idrak etmeye başladık. Artık siyasette açık pazarlıkların konusu haline geldi yargı. Öncesinde daha dolaylı yollardan hareket ediyordu ancak bugün bu vesayet öyle bir hale gelmiştir ki, al - ver konusu haline dönmüştür. Rahip Brunson’un ev hapsine çıkarılması, Amerika’nın yapılan anlaşmayı adeta faş etmesi ne kadar üst düzey bir rezaletle karşı karşıya olduğumuzu gösterdi. Rezalet o kadar üstün ki, siyasi iktidar bunu gizleme gereği bile duymuyor. Yargıyı baskı altına almayı bir övünç meselesi sayıyor.
MAHKEMEDEN BEKLENTİMİZ YOK
Bütün devlet mekanizmalarını ele geçirmeyi marifet sayan bunun kibrini yaşayan bir siyasi iktidarla yüzyüzeyiz. bu koşullarda mahkeme heyetlerinden bir beklentimiz yok. Adalet yazısı mahkeme duvarlarındaki yazıdan, bir iktidar partisinin oyuncağından ibaret.
Türkiye’de yaşanan ağır bir siyasi kriz var, merkezinde de adalet krizi duruyor. Bu kriz bu şekilde devam ederse bu adalet krizi çok daha büyük krizlerin, toplumsal gerilimlerin kaynağı olacaktır. Siyasi iktidarın bu sorunu gömek gibi bir derdi yok. İktidar, ömrünü 3 yıl 5 yıl daha uzatmak ile ilgileniyor. Tek derdi kendi bekası.
Bu adalet krizi sistematik olarak sürdürülüyor. Bu krizin tek muhatabı bizler değiliz. Bizler burada yargılanıyoruz ama eylemini, hareketini bilinçle ifade eden bir siyasi partinin parçalarıyız. Ben bu durumu bir mağduriyet olarak görmüyorum, aksine bir onur vesikasıdır. Bu ülkede kendi fikrini savunan kimler yargılanmamış? Bizim yapacağımız direnmektir. Bu zamana kadar bunu yaptık. Ama kendisini savunamayacak, direnme dayanaklarını edinememiş, örgütlü yaşayamamış, kendisini kuşatan koşulları bilinçli bir değerlendirmeye tutamayan milyonlarca insan ne yapsın? Bugün milyonlarca insan bu adalet krizi ile karşı karşıya.
Geride bıraktığımız birkaç aylık süre içerisinde onlarca insan dolar zengini oldu. Milyonlarca dolarlık vurgun yaptılar. Bakın sağınıza solunuza bundan konuşan var mı, siyasilerden bunlardan konuşan var mı? herhangi bir hukukçunun bunu soruşturmasına olasılık var mı? Birileri bu ülkede multimilyoner olurken birileri ekmek fiyatının 2,5 tl ye çıkmış olmasının çilesini çekiyor. Havalimanında, “bir lokma ekmeği bize zehir etmeyin” dedikleri için, “emeğimizin karşılığını almak istiyoruz” dedikleri için işçiler vahşice saldırıya uğradı. Yargı o insanların yanında durmadı. Aksine iktidar emriyle o insanları tutukladı. İşte ‘adalet krizi’ dediğim şey budur. Uçurum gittikçe derinleşiyor. Siyasi iktidar Türkiye toplumunun milliyetçi, dindar duygularını kullanarak Türkiye’deki en ağır sorunları geri plana atma, yokmuş gibi ilizyon yapma yöntemi dışında yöntem bilmiyor. biz bu koşullarda sağlıklı bir yargılama bekleyemeyiz.
BERBEROĞLU MÜNFERİTTİ
Kara mizah; iki tane tutuklu vekil var son seçimlerden sonra. Birisi Enis Berberoğlu, birisi Leyla Güven. Bizim hakkımızdaki davalar bir hukuk davası değil, biz rehineyiz. Siyasi iktidar baştan beri bize rehine muamelesi yaptı. Enis Berberoğlu bu rehinelerden birisidir. Pazarlıklar oldu, görüşmeler oldu; Enis Berberoğlu tahliye edildi. Ama evlere şenlik bir karar. Meclis isterse Enis Berberoğlu’nu tekrar tutuklayabilir. Yani her şey bir kişinin iki dudağı arasında. Bizim dokunulmazlığımızın kaldırlması sürecinde de böyle olmuştu. Bu sistem kalıcı hale getirildi. Yargı kurumu bunun içinden nasıl çıkacak. Hitler faşizminin bile bir hukuk mekanizması vardı ama böyle bir çelişkinin olduğu yerde nasıl bir sistemden söz edilebilir. Berberoğlu bırakıldı ama Güven hala tutuklu. Neden? Çünkü HDP’li.
Berberoğlu’nun tutuklanması münferit bir hadiseydi, dokunulmazlıkların kaldırılması HDP’ye yönelikti. Ama görüldü ki şişede durduğu gibi durmuyor. Bu memlekette bir şey içtihat olabilir mi, ondan da şüpheliyim. Hiçbir tutarlılık yok ki. Bir yasayı birisine uyguluyorsun, birisine uygulamıyorsun. Birilerini siyasi pazarlıklarla tahliye ediyorsun, birilerinin dosyası bomboş olmasına rağmen yıllarca hapis tutuyorsun.
Oturup kalkıp “yargıya güven yüzde 30” diyorlar. Utanmadan bunu söylüyorlar. Siz bu hale getirdiniz. Güveni berhava ettiler, yarın öbür gün var olan ciddiyette tamamen ortadan kalkacak. Önceden bir anayasasızlık süreci yaşanıyordu. Hayır, artık tastamam bir hukuksuzluk yaşanıyor. Bir tapu kadastro kanununu işletemeyecek kadar çivisi çıkmış ve toparlayacak bir siyasi iktidar yok. Böyle bir vesayet toplumu ile yaşamayı hak etmiyor bu ülkenin hiçbir insanı.
Tarihin sesi olmaya, gerçeğin sesi olmaya gayret edeceğiz. Doğrular bu kadar yok ediliyorsa birilerinin hangi koşullarda olursa olsun gerçeklere sahip çıkması gerekir. Bizler derin bir haksızlıkla karşı karşıyayız ama bu yaşadığımız zulüm düzeni karşısında hiçbir zaman yılmayı, geri adım atmayı tercih etmedik. Tercih ettiğimiz yoldan, demokratik direnişten vazgeçmeyeceğiz. Bu ülkenin bütün dürüst namuslu insanlarının direnci olmaya devam edeceğiz.
Ünlü bir Galileo yargılaması var. Galileo “dünya dönüyor” dediği için engizisyon tarafından ölümle cezalandırılıyor. Ancak ölüm cezası açıklanınca Galileo’nun söylediği tek bir cümle vardır: “İyi de dünya yine de dönüyor”. Siz “dünya dönmüyor” deseniz de gerçek gerçektir, dünya yine de dönüyor. Kibirden kendisini kaybetmiş bir iktidar karşısında doğruya “yanlış” dedirten bir iktidar karşısında tek bir şey söylüyoruz, “dünya dönüyor bağlayamazsın”. Hallac-ı Mansur gibi insanların derilerini yüzebilirsiniz, Seyid Rıza gibi asabilirsiniz ama gerçeği değiştiremezsiniz.
DTK'YI YARGILAMAK MAHKEME SALONLARI YETMEZ
Fezlekeler ile ilgili savunmalarıma geçiyorum. Birinci fezlekenin konusu DTK kongresi; bizlere örgüt üyeliği ve yöneticiliği iddiasının dayandırıldığı fezlekedir. Nedir bu DTK faaliyetleri? Bu faaliyetler nedir ki, DTK nedir ki binlerce insan bu nedenle yargılanıyor? Öncelikle şunu belirteyim; DTK yargılamaları oldukça yenidir. DTK 11 yıllık bir sivil toplum kuruluşudur ancak yargılama geçmişimiz 2 yıllık bir sürece dayanır. DTK ile ilgili açılan bütün davaların siyasi saikler taşıdığını tespit etmeliyiz. DTK’nin bu suçlamaları hak edecek bir faaliyeti var mıdır? DTK bir bölgesel demokratik kitle örgütüdür, Kürt sorununda çözüm sürecinin zeminini oluşturmak amacıyla kurulmuştur. Kuruluş tarihi 2007. Bu yıl hatırlarsınız çözüm sürecinin daha sesli tartışıldığı bir dönemdi. Oslo süreci, İmralı ile görüşmeler bunlardan birisidir. Devletle Öcalan görüşmeleri daha sistematik başlatılmıştır. 2011’den sonra da faaliyetlerini çok açık bir konseptle sürdürmüştür. 2 yıl önce DTK faaliyeti yürütmek suçuyla insanlar gözaltına alınıyor ama daha öncesinde DTK ile ilgili hiçbir suçlama söz konusu değil. 2007’de faaliyete başlamış bir kurumdan söz ediyoruz. Kürt sorununun çözümü başlığında muhatap olarak görülmektedir bu kurum. Çok organik bir yapılanma değildir, neredeyse bir suç örgütü ile yer alıyor fezlekede. Ben acı acı güldüm. Bir dernek düşünün; üyeleri vardır, denetleme kurulu vardır, demokratik bir hiyerarşisi vardır. Ama DTK yan yana dizilmiş bileşenlerin yapılanmasıdır. DTK yapısı, içerisindeki demokratik, sivil karaktere vurgu yapmak için kendisini eşitlikçi, yatay bir biçimde ifade etmiştir. Daimi meclis vardır, bu da kendisini kısa sürelerde yeniler. Bileşenlerinin her biri kendi içinde bağımsızdır. Demokratik İslam Komisyonu var, Sağlık Komisyonu var, özerk yürütüyor çalışmalarını. DTK kurulurken bilhassa oluşturulmuştur bu yapı. Geçici bileşenleri var, dönem dönem iş insanları geliyor, çalıştayda bir araya geliyorlar. Başka bir gün bir konferansın kararı için bir araya geliniyor. Böyle bir yapıdan zorlaya zorlaya bir terör örgütü icat etmek mantıken olanaksız. Bir siyasi mekanizmayı terör örgütü uzantısı ilan edebilmek için temel bazı vurgulara ulaşmanız gerekir. Bir; şiddet çağrısı yapıyor mu, şiddet uyguluyor mu? DTK’nin tarihinde yoktur böyle bir şey. DTK’yi bir eylem örgütü olarak adlandırmak zaten bunun gerçek olmadığını gösterir. HDP, DTK’den daha çok eylem örgütüdür, biz partiyiz çünkü. İkincisi; bilinen terör örgütü uzantılarına benzeyen bir sistematiğin olduğunu görmeniz gerek. Peki, iddianamede böyle bir delillendirmeye rastlıyor muyuz? Hayır.
Elbette DTK’nin terör örgütü uzantısı ilan edilmesi, bu kapsamda kriminalize edilmeye çalışılması, siyasi operasyonların yapılması siyasi nedenlere dayanıyor. Birinci siyasi neden, siyasi iktidar Kürt sorununda çözüm sürecinden ne zaman vazgeçti, HDP’ye yönelik tavrı da marjinal bir biçimde değişti. Kendisini reddedecek kadar değişti. Karakter sahibi olanlar bir gün öncesi ile bugünün uyumlu olmasına özen gösterir ama ben siyasi iktidardan böyle bir tutum beklemiyorum zaten. DTK’ye yaklaşım da siyasi iktidarın utançlarından birisidir. Kürt sorununda çözümden vazgeçildikten sonra DTK terörist ilan edilmiştir.
Eğer bu memlekette DTK ile ilişkili soruşturma yürütmek istiyorsanız bu mahkeme salonları yetmez. DTK’nin mitingine gitmiş yüzbinlerce insanı ne yapacaksınız? Yüzbinlerce Kürde dava mı açacaksınız? Yüzbinlerce insanı yargılayacak bir mahkeme salonu var mı? DTK faaliyetlerinin suç unsuru olarak tanımlanması akla ve hukuka aykırıdır. Siyasi iktidar ne yaptığını bilmeden DTK’yi terör örgütü uzantısı ilan etmiştir. Peki DTK terör örgütü uzantısıysa şu soruyu sormak bizim hakkımız: Böyle bir örgütle bu ülkenin bakanları, Meclis Başkanı ve iktidar temsilcileri neden sabahlara kadar mesai yaptı? İktidar kendisi açıklayamadığı şeyleri hukukun önüne atıyor.
ÇÖZÜM SÜRECİ DEMOKRATİK VE DEVRİMSEL BİR SÜREÇTİ
Size bir dizi belge vereceğim. DTK ile bu iktidarın çalışmaları çok uzak tarihlerde olmadı. Bir siyasi iktidar düşünün terör örgütü uzantısı ilan etmeden önce bir dizi görüş alışverişinde bulunuyor, evet karşıt görüşler, bir takım mücadele elbette var ama bir taraftan çok köklü konularda diyaloglar kuruluyor, bunları ne yapacağız? Meşhur lafları vardı ya “kandırıldık”, hadi kandırdılar diyelim; ne oldu siz uyandıktan sonra, DTK nasıl terör örgütü oldu? Bunun yine hiçbir ispatı yoktur. Ne yapmış DTK, demiş ki “gelin yeni anayasa meselesini tartışalım, silahlar konuşuyor, insanlar ölüyor, bu ölümler dursun, biz bütün taraflara çağrı yapıyoruz gelin konuşalım” demiştir. DTK “artık oluk oluk kan akmaya başlamışken bu ölümleri durduralım” demiştir, yapması gerekeni yapmıştır. Terör örgütü uzantısı ilan edildikten önce de sonra da… Ama siyasi iktidar kendi eylemine sahip çıkma basiretini göstermiyor.
Bu ülkede çözüm süreci ciddi bir süreç olarak demokratik ve devrimsel bir süreç olarak yaşandı. Bir fırsat, bir olanak doğdu. Evet, bütün sorunlar çözülmemişti ama Türkiye’nin demokratik bir şekilde yeni bir çağa girebilmesi için bir umut oldu. 21. yüzyılda kendisini yeniden üretemeyen, demokratik bir biçimde tesis edemeyen hiçbir ülke kendisini var edemez, bu görmemiz gereken bir gerçektir.
Çözüm sürecinde iki yolla karşı karşıya kaldı Türkiye; ya Kürt sorununu çözüp kendisini demkratik bir biçimde güçlendirecekti ya da bir rejim değişikliği ile bütün kudreti tek bir elde toplayarak durum kurtarılmaya çalışılacaktı. Çözüm masasının devrilmesi ile ikinci yol seçildi. Şu an var olan kriz, bitmeyen sorunlar, yaşanan kaos sorunu bir kişinin elinde tutarak kontrol etme yöntemi ile gelecek kurmaya çalışılıyor. Bunun akılla hiçbir bağlantısı yok.
Çözüm süreci derken, pragmatist anlamda sadece Kürt sorununun dar milli sorunlar içerisinde çözülmesi beklenmiyordu. Sadece Kürde değil herkese hakkı olanın verilmesiydi. Kadına, gence, memura, işçiye nasıl bir hakkı hak ediyorsa onu vermektir. Asıl verdiğimiz mücadele, hayatı kazanma mücadelesidir. Bu ülkenin yurttaşının ekmeğe değil, sadece bir hayata ihtiyacı vardır. Demokrasi varsa hayat vardır. O süreç içerisinde ne yazık ki siyasi iktidar kendi gelecek kaygısını düşünerek, memleketi kendi ihtiyaçlarına uydurmak için o zemini tepmiştir. DTK de o zeminin oluşturduğu bir yapıdır. Siyasi iktidar da kendisini muhatap kabul edebileceği bir toplumsal mekanizmaya ihtiyaç duymuştur. Diyabakır da DTK’nin kuruluşu içinde AKP vekilleri vardır. Ne enteresan değil mi, Ensarioğlu başta olmak üzere hiçbirinin hakkında bir soruşturma yok. Bunlar DTK kongresinde delege olarak yer almıştır. Onların belgelerini de heyetinize sunacağım. Sorun katılmaları değil, sorun yapmadıkları, attıkları adımları atmaktan vazgeçmiş olmalarıdır. Aynı DTK çözüm süreci kapsamında Meclis’e davet edilmiştir, eşbaşkanları Meclis’e gitmiştir. Anayasa uzman komisyonunun Meclis Başkanı imzası ile DTK’ye gönderdiği davet vardır, açık bir müzakere vardır. Bu çok doğal bir süreçtir. Bizim bunları bugün anlatıyor olmamız tuhaf.Bu ülkenin cumhurbaşkanı, Diyarbakır ziyaretinde, DTK’nin önceki Eşbaşkanı Ahmet Türk’le bir araya geliyor, basına açık resmi görüşme yapıyor. Bunların her biri yaşandı.
FETÖ'DEN YARGILANAN POLİS İTİRAF EDİYOR
6 ay önceydi, FETÖ davasından yargılanan bir polis memurunun duruşması yapılıyor. Polis memuru kendisini şöyle savunuyor; “Bu iktidar benden DTK ile ilgili Diyarbakır’da belgeler hazırlamamı istedi ve ben 20 bin sayfa DTK ile ilgili, KCK ile ilgili, Diyarbakır’daki sivil toplum kuruluşları ile ilgili döküman hazırladım.” Bunu sitem etmek için söylüyor. Gerçek anlamda bir hukuk mekanizması olsa yargıya yanlış delil sunmak suçunun da itirafıdır bu. Bu açıklama DTK ile ilgili “terör örgütü uzantısıdır” diye hazırlanan dosyaların nasıl yaratıldığını çarpıcı bir biçimde gösteriyor. Öyle bir zihniyetle karşı karşıyayız ki, siyasi tasfiye operasyonlarını başlatmış, diyor ki; “bana belge yaratacaksın”. Ve emniyet kurumları dayanak üretmek için çalışıyorlar. Bu çalışmayı yaparken nesnel verilere dayanmadıkları için yalanlarını ortaya çıkaracak birçok boşluk bırakıyorlar.
Gerek Selahattin Bey’in ve diğer milletvekili ve belediye eşbaşkanı arkadaşlarımızın davasındaki insanlar, şu an kendisi de yargılanma pozisyonu ile karşı karşıya kalmış olan polislerin yarattığı belgelerle oluşturulmuştur. Ayrıca davaya bakan savcı ve hakimlerin çoğu da tutuklanmıştır.
DTK ile ilgili iddianamede ifade edilen noktaların hiçbirinin güncel olarak da, tarihsel olarak da doğru olmadığı ortada. Yanlış o kadar özgürce karşımıza çıkarılıyor ki doğrunun neden doğru olduğunu kanıtlamak bize düşüyor. Böyle bir şeye zorunlu değiliz aslında. Bugün sürdürülen yargılamalar için çetin bir mücadele vermemizi gerektiriyor. Ben sadece çıplak bir gerçeği söylüyorum ama sorun şu; nasıl bu kadar çıplak olan gerçek böyle çarpıtılabilir. Bunun hukukla ilgisi yok. Sadece kanuna bağlılığı esas alsa böyle çarpıtmalardan bir iddianame yürütülemez.
Ben en azından mücadele veriyorum. Ama toplumun büyük kesimini ne hale getirdiler. Bir toplum açısından bu kadar trajik bir durum olabilir mi? Bütün devlet kurumları bu soruya cevap vermelidir. Yargı da yasama da hepsi sorumludur. Türkiye toplumunu kişiliksizleştirilen bir despotik anlayış sürdürülüyor. Bir toplum gördüğünü söyleyemiyorsa o toplum değersizleşir, çürür. Biz ister hapishanede ister dışarıda olalım, mücadele yürütüyoruz. Ancak herkesin bu mücadeleyi vermesi lazım. DTK, bu ülkenin demokrasi kültürünün ürettiği en saygın kurumlardan birdir. DTK, bu ülkede analar ağlamasın, evlatlar ölmesin diye kurulmuştu. Ben bu zamana kadar katıldığım bütün çalışmalarına saygı duyarak katıldım. Kongrelerine, konferanslarına katılmışımdır, ortak açıklamalar yapmışızdır. Bunlar bizim görevimizdir ve DTK benim çalışmaktan onur duyduğum kurumlardan birisidir.
DTK’yi, kendi çıkarları için bu kadar hedef tahtası haline getiren iktidar, şunu düşünmeli bir ülkede sivil toplum bu kadar hedef haline getirilirse, bu ülkede iler tutar hiçbir mekanizmanın kalması mümkün değildir. Şu an ipleri elinizde tutarak işleri yürüttüğünüzü düşünebilirsiniz ama bu büyük bir ilizyondur. Bütün tiranlar böyle düşünmüştür. Hiç iktidardan inmeyeceklerini düşünürler. Firavun ebediyen yaşayacağını düşünerek öbür dünya için mezar yaptırmıştır. İktidar saplantısına kapılmak böyle bir şey ama bu saplantı bütün ülke için risk üretmeye başladıysa bu siyasi iktidarın aklını başına toplaması gerekiyor.
Şu an ipleri çeken bir yönetim tarzı var, gerginliği biraz gevşetse her şey yıkılacak. O nedenle gerilimi hiç bitirmiyor. Niye? Çünkü bu ülkede demokratik kurumlaşma bırakmadılar. DTK gibi bu kadar meşru bir örgütlenme terör örgüt uzantısı ilan ediliyor. 15 Temmuz’dan sonra 500 den fazla kurum kapatılıyor.
DTK SUÇ ÖRGÜTÜ UZANTISI DEĞİL
DTK faaliyetleri içinde olmak gibi bir suç isnadı olamaz. DTK bir suç örgütü uzantısı değildir, bir suç örgütü uzantısı olduğunu iddia eden iddia makamı gerekçelerle açıklamak zorundadır. Bir terör örgütü uzantısı olduğunu iddia edebilmesi için dayanakları olması gerekiyor, böyle bir dayanak söz konusu değildir. Eğer bu iddiada ısrar edilecekse DTK faaliyetleri bütün boyutları ile incelenmek zorundadır.
DTK faaliyetlerine sadece ben katılmadım bu ülkenin bakanları, başbakanları ve çözüm sürecinde DTK eşbaşkanlarının resmi olarak temsil edilmesini sağlayan iktidar temsilcileri bu soruşturmanın kapsamına alınmalıdır. Satır aralarına saklanmış gerçeklerin üzerinin açılması ve soruşturmanın genişletilmesi gerekir. Çözüm süreci boyunca DTK Eşbaşkanı doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı faaliyet yürüten Kamu Güvenliği Müsteşarı ile, bakanlarla görüşme yaptı. Bunların her birisi göz önünde bulundurulmalı. Neye göre birilerini DTK faaliyeti ile yargılıyorsunuz cevap verilmesi lazım.
Ben HDP Eşbaşkanı olduğum için DTK’nin doğal delegesiymişim, Eşbaşkan olduğum için de yöneticiymişim. İçler acısı bir iddia. Ben HDP’nin eşbaşkanlığını yapmış birisi olarak başka bir kurumun eşbaşkanı olacağım ve göğsümü gere gere onun arkasında durmayacağım! Her şeyden önce akla aykırı. Adalet talep etmiyorum, en azından gerçeğe biraz saygı duyulabilir. DTK benim yöneticisi olmaktan onur duyacağım bir şeydir ama bir hukuk insanı iddianamede yalan uyduramaz. Bizler yaptığımız çalışmaların sonuna kadar arkasında durduk ve durmaya devam edeceğiz. Türkiye’deki barış, demokrasi, özgürlük mücadelesi tasfiye edilemez.
BAŞBAKAN BİZE SÖYLEDİ
Yüksekdağ, Kobene olayları ile ilgili fezlekeye dair savunmasına devam etti:
6-8 Ekim olaylarının hukuki ve siyasi bir dayanağı olmadı ve hükümet bunu hep kullandı. 7 Haziran seçimleri sonrası HDP'nin barajı aşmasının ardından hükümet 6-8 olaylarının musebbibi olarak partimizi belirledi. Erdoğan bu dönem 'Benim Kürt kardeşlerimin katili bunlar' diyerek partimizi hedef gösterdi. Siyasai iktidar algı operasyonun gölgesinden çıkarırsak ancak gerçeğe ulaşabiliriz aksi halde bu katliamda diger katliamlar gibi karanlığa gömülür. 6-8 Ekim katliamında gerçekler de katledildi.
Siyasi iktidar sorumluluğunu karartı, bu olayları partimizin üzerine yıkmaya çalışmıstır. Siyasi iktidar 6-8 Ekim olaylarının geldiğıni öngörememiştir. Biz de göremedik doğrudur, ama iktidarın bunu görmemesi suçtur. Bunu görememiş- değil görmezden gelmiştir. İktidar, PYD'ye, Özgür Suriye Ordusu ile birlikte hareket edin diye teklifte bulundu Kobene süreci ile çözum süreci bitmiş, IŞİD ile ittifak halinde Şam rejimi düsürülmek adına yapılan bir plandır bu süreç. Bunu net soylüyorum; çünkü dönemin Başbakanı Davutoğlu bunu bizzat söylemiştir bize.
Yeni yorum ekle