Sadullah Zarei: ABD, İsrail ve Arap rejimleri Suriye'deki gelişmelerden neden endişe duyuyor?
Suriye'nin 7-8 Aralık tarihleri arasındaki stratejik dönüşümü, birkaç yıla yayılan ve iyi belgelenmiş bir plana dayanıyor ancak Suriye'nin siyasi geleceği, yönetimi ve dış ilişkileri belirsizliğini korumaktadır. Arap ülkelerinin Ürdün'deki acil zirvesi, sonuç bildirgesi, Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) üst düzey isimleri ile Amerikalı yetkililerin açıklamaları ve Siyonist rejimin tutum ve eylemleri yaygın bir “endişe” duygusuna işaret ediyor. Bu arka plan göz önüne alındığında, bundan sonra ne olacağına dair net bir resim yok.
Welayet News - HTŞ’nin üst düzey üyeleri, maaşlarda yüzde 400 artış gibi cesur ekonomik vaatlerle ülke içinde kontrolü sağlamaya ve teknokrat bir hükümet kurma vaadiyle çeşitli yabancı partilerin endişelerini gidermeye çalıştı. Ancak ciddi mali kısıtlamalar nedeniyle bu ekonomik vaatlerin yerine getirilmesi mümkün değil. Benzer şekilde hem Batılılar hem de Arap ülkeleri tarafından arzu edilen teknokrat-pragmatik bir hükümetin kurulması da uzak ihtimal.
Suriye'nin farklı bölgelerinde faaliyet gösteren yaklaşık 15 ana grup bir yana, HTŞ’yi oluşturan dört ya da altı grup arasında bile pragmatik bir hükümet üzerinde anlaşma sağlanabilmiş değil. İslami hilafetin kurulmasına yönelik önceki vaadin ihlali, yeni hükümete talip olanları IŞİD'den kaynaklanan temel bir güvenlik sorunuyla da karşı karşıya bırakıyor.
Hapishanelerin kapılarının açılmasıyla birlikte Suriye'de, özellikle de doğu ve kuzey bölgelerinde, HTŞ gruplarıyla çatışmak için fırsat kollayan en az 20 bin IŞİD militanı hazır hale geldi. Bu durum kritiktir. HTŞ teknokrat bir hükümeti kabul ederse bu, Şam'daki liderler üzerinde büyük bir baskı oluşturacak ve iç durumu istikrarsızlaştıracaktır.
Geçtiğimiz günlerde HTŞ liderlerine yönelik olarak çeşitli ülkelerden âlimlerin imzasını taşıyan ve bir din devletinin kurulmasını ve hilafetin yeniden canlandırılmasını vurgulayan bir bildiri yayınlandı. Şam'daki liderler önemli bir sorunla karşı karşıya: IŞİD'in güvenlik baskısı ve tekfirci teröristler arasında etkili isimler olan ve Suriyeli terörist grupların yapısında pay sahibi bu âlimlerin talepleriyle nasıl başa çıkılacağı. HTŞ bu zorluğun son derece farkında. Komşu ülkeler arasında ve daha geniş Arap ve İslam coğrafyasında sadece Türkiye halifelik fikrini destekliyor olabilir. Ancak Türkiye, IŞİD'inki gibi ya da Şam merkezli bir halifelikten yana değil. Bunun yerine Türkiye, merkezi Ankara ya da başka bir Türk şehri olan “Sünni teknokratik bir halifelik” öngörüyor. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) liderlerine özgü olan bu kavram, IŞİD'inki gibi şeriat temelli hem de Emevi tarzı bir hilafetin yeniden canlandırılmasını reddediyor.
Şu anda Esed hükümetini devirmek için birleşen tüm gruplar “alternatif bir hükümet” kurma konusunda bölünmüş durumda. Bu bölünme Suriye'yi yeni bir hükümet kurmak ve istikrarı korumak gibi ikili bir zorlukla karşı karşıya bırakıyor. Esed hükümetini devirmek için işbirliği yapanların ya “alternatif” için ortak bir vizyona sahip olmadıkları ya da ortak vizyonlarının uygulamada dağıldıkları açıkça ortaya çıkmıştır.
Suriye'deki silahlı terörist gruplar arasında, çoğu zaman şiddetli silahlı çatışmalara dönüşen önemli anlaşmazlıklar yaşanmaktadır. Bu iç çekişme sadece Beşşar Esed'e karşı kazanılmış ortak bir zaferle çözülemez. Güç elde etmek için dine dayanan gruplar için zafer sahnesi bir ayrıcalık ve paylaşım arayışına dönüşmekte, bu da siyasi partiler arasındakilerden farklı olarak iç güvenlik çatışmalarına yol açmaktadır. Türkiye kendisini Suriye ihtilafında kalıcı bir oyuncu olarak görüyor ve kendisine bağlı teknokratik ve dini bir devlet kurmaya hazırlanıyor. Bu devlet bölgesel ve uluslararası alanda kabul görmek için Türkiye'de Erdoğan ve AKP’nin pan-Turanist fikirleriyle çelişen şeriatçı eğilimleri güçlendirmeyecektir. Zira bu tür eğilimler Hazar Denizi çevresindeki seküler Türk ülkeleriyle işbirliğini engelleyecektir. Ancak Suriye'de Türkiye merkezli teknokratik ve dini bir devleti hayata geçirmek, kâğıt üzerinde cümleler yazmak kadar basit değildir. Bu fikir hem Suriye içinde hem de bölgesel ve uluslararası düzeyde muhalefetle karşı karşıya.
Diğerlerinin yanı sıra Arap hükümetleri böyle bir fikri desteklemeyecek ve bu durum Türkiye'ye maliyeti önemli ölçüde artıracaktır. Türkiye'nin Suriye hükümetinin düşmesinden bu yana sergilediği tutum, yetkililerin endişeli ve temkinli olduğunu gösteriyor. Türk yetkililer, Suriye'de arzu ettikleri hükümetin kurulması için ortamı sakinleştirmek amacıyla “devletin kapsayıcılığı”, “etnik grupların ve mezheplerin haklarına saygı”, “bölgesel yakınlaşma” ve “İran ve Hizbullah ile ilişkilerin devamı” konularını vurguladılar.
Arap ülkeleri ve Temas Grubu'nun son toplantısı ve açıklaması, Suriye'de şekillenecek devletten duydukları endişeyi göstermektedir. Siyonist rejimin saldırısı ve Suriye'nin bazı bölgelerinin işgali, önemine rağmen çok az dikkat çekti. Açıklamalarda Suriye'deki yeni hükümetin “laikliği”, “yabancı etkisi altında olmaması” ve “Arap Birliği ile uyumu” vurgulandı.
Arap Birliği Zirvesi’nin hemen Ürdün'de yapılması, Türkiye'nin merkezi konumuyla tezat oluşturmaktadır. Önerilen hükümet modeli, esasen Suriye Arap Cumhuriyeti'nin yeniden üretimi olan ve Türk modelinden temelde farklı olan “laik bir Arap hükümetidir’’. Ürdün zirvesine katılan Arap hükümetleri Şam'ın Arap merkeziyetini kabul etmiyor ve halifelik benzeri ya da İhvan merkezli bir devletin kurulmasına tahammülleri yok. Bu durum hem Suriye'deki devlet iddiacıları hem de Türk hükümeti için temel bir zorluk teşkil etmektedir. ABD ve İsrail, Suriye'deki direniş halkasının kırılmasındaki stratejik başarıdan memnun olsalar da kendilerini neyin beklediği konusunda son derece endişeliler.
Bir zamanlar ABD’nin Batı Asya’daki stratejisinin “bilinçli kaos” olduğu söyleniyordu. Fakat Irak, Afganistan ve Yemen'deki başarısızlıklarından da anlaşılacağı üzere, Amerikalıların anarşik ortamları yönetmekte yetersiz kaldığı görülmüştür. Bu yetersizlik geçmişi, Suriye'deki geleceğin tahmin edilenden daha sorunlu olabileceğine işaret ediyor. Bu kaygıları, Esad hükümetine alternatifin, Golan'ı Siyonist rejime teslim etmeye istekli olmalarına rağmen, büyük ihtimalle Golani veya Beşir hükümetleri olmayacağını gösteriyor. ABD, İsrail ve bölgesel müttefikleri için durumu daha da kötüleştirebilecek iki potansiyel senaryo var. Birincisi, kontrolden çıkmış bir tekfirci hareket ortaya çıkabilir ve istemeden de olsa Suriye’de Amerika’nın ve yeni rejimin muhaliflerine bir platform sağlayabilir. İkincisi, bu kaostan Lübnan Hizbullahı’nın Suriye versiyonu doğabilir ve uzun vadede Suriye'deki direnişin mahiyetini yeniden yapılandırarak güçlendirebilir. Her iki senaryonun da gerçekleşmesi halinde ABD ve İsrail kazananlar konumundan kaybedenler konumuna geçecek ve böylece geleceğe dair endişe ve belirsizlikleri artacaktır.
Suriye'deki siyasi değişimin başlıca nedeni, hükümetin halkına ekonomik destek sağlayamaması ve bunun yol açtığı istikrarsızlıktır. İktidardaki yeni grup, maaşları ve gelirleri keskin bir şekilde artırarak ekonomik durumu iyileştirme sözü verdi ve Arapların açıklamalarında Suriye'nin ekonomik sorunlarının ele alınması gerektiği vurgulandı. Ancak tarihsel kanıtlar BAE, Suudi Arabistan ve Katar gibi zengin Arap ülkelerinin garantili faydalar olmadan önemli bir ekonomik yardım sağlama ihtimalinin düşük olduğunu gösteriyor. Bu durum Esed döneminde Suriye’ye ve Afganistan, Lübnan, Somali, Sudan gibi ülkelere verdikleri sınırlı destekte görülmüştür. Şam'a ekonomik yardım sağlansa bile bu yardım ekonomik normalleşmeyi sağlamak için muhtemelen yetersiz kalacaktır. Türkiye de ekonomik kısıtlamalarla karşı karşıyadır ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya olan 25 milyonluk bir nüfusu destekleyecek durumda değildir.
Sonuç olarak, Suriye'deki yeni yönetim iddiacıları kısa süre içinde mevcut vaatlerinin balayı aşamasını geçecek ve ekonomik izolasyonun acı gerçekliğiyle yüzleşeceklerdir.
Medyasafak
Yeni yorum ekle