İran’ın İsrail’e Şimdiye Kadar Neden Vurmadığı Anlaşıldı mı?
27 Kasım 2024 tarihinde, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes antlaşmasının devreye girmesinden sonra Netanyahu, Suriye’yi hedef göstermişti.
Welayet News - 27 Kasım 2024 tarihinde, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes antlaşmasının devreye girmesinden sonra Netanyahu, Suriye’yi hedef göstermişti. Antlaşmadan birkaç saat sonra HTŞ’nin Halep’e saldırısını duyar duymaz -askerliğimi sınırda yapmamdan kaynaklansa gerek- hemen aklıma mayın eşekleri geldi. Mayın eşeklerini çoğumuzu biliriz. Yine de hatırlatmakta fayda vardır. Sınır bölgelerinde kaçakçılık yapanlar mayınlara basmamak için önden eşekleri gönderirler. Böylece herhangi bir mayın döşenmişse eşek basarak patlatmış olur. Eşek kendince çok ulvi bir amaç için ölmüştür (!) Sonuçta efendisinin hayatını kurtarmıştır (!) Ancak sahibine yine de yaranamamış olacak ki kendisine bir mezar bile çok görülür (!)
İsrail’in Hizbullah’tan sonra Suriye ve İran’ı asıl hedef olarak göstermesi ve bağımsız Kürdistan va’diyle Kürtlerle ittifak çağrısı yapması, belli ki akşamdan sabaha alınmış bir karar değildir. Önceden üzerinde çalışılmış, planlaması yapılmış, hayata geçirilecek bir kıvama geldiğinde de ifşa edilmiştir. El-Kaide, IŞİD gibi örgütlerde gerekli boyama ve cilalamalar yapılmış, kadrolar ayarlanmış sadece bunların harekete geçme zamanı kollanmıştır. Nihayet Hizbullah’la antlaşma imzalanmasıyla başlangıç startı verilmiştir. Genellikle karmaşa ve fitne dönemlerinde insanlar kendilerini kontrol edemezler. Çoğunlukla tabii davrandıkları için bugünlerde sarfedilen sözler ve sergilenen tavırlar insanların içinde olanları en doğru biçimde yansıtır. Olaylar sıcak iken yapılan açıklamaların kayıtlarının sağlam tutulması son derece ehemmiyetlidir. Suriye’de harekete geçenlerin İran’a karşı besledikleri öfke adeta akıllarının tutulmasına neden olmuştur. Ağızlarından çıkanın muhasebesini, birkaç ay sonra karşılarına neler çıkaracağının hesabını dahi yapmak istemiyorlar. Meselenin özü, İsrail’in: “Fikrin, ırkın, dinin ne olursa olsun fark etmez. Eğer İran’a düşman isen gel! Dile benden ne dilersen!” şeklinde özetlenecek çağrısına, “Emrin baş üstüne efendim” diyen gruplar direniş cephesine karşı harekete geçmiştir. Amaçları çıban başı saydıkları İran’a ağır bir ders vermek (!)
Bugün için gözde olsalar da kendilerini feda ettikten sonra bir eşek cifesi kadar değerlerinin olmayacağı kesindir. Şimdiye kadar İran’a düşmanlık yapanlar ne kazandılar? Aleyhteki faaliyetleri gün geçtikçe İran’ın saygınlığını arttırmaktan başka neye yaradı? İsrail’in münafıklar eliyle yaptığı her hamle başına bela olurken, İran için fırsata dönüşmedi mi? Suriye’deki son olaylarda da aynısı olacaktır. Başta Kürt halkı olmak üzere dünyadaki bütün mazlum ve mahrumların gözünde İran’ın değeri artacak, onların ümit kaynağı olacaktır. İsrail’in ipiyle kuyuya inenler ise sadece ahiretlerini değil dünyalarını da kaybedeceklerdir. Geçmişteki örneklere baksalar anlarlar. Mesela Saddam’ın üzerinden henüz çok zaman geçmedi.
Gerek 7 Ekim öncesi gerekse sonrasında İran’ın İsrail’le neden savaşmadığı dillere pelesenk yapılmıştı. Nihayet İran tarafından “Gerçek Vaad I ve Gerçek Vaad II” operasyonları yapıldı. Ancak yine de söz konusu kişiler memnun olmadılar. Sanki başarılı olmamasını ister gibi, aleyhte ileri geri konuşmaya devam ettiler. Halbuki 7 Ekim’den beri İran, direniş ekseniyle birlikte, ümmetin şeref ve izzetini korumaya çalışıyordu. Onun başarısı ümmet olarak hepimizin başarısı, yenilgisi de hepimizin yenilgisi sayılacaktı.
İsrail, bir yıldan fazladır, Gazze ve Lübnan’da sürdürdüğü savaşta direniş ekseninin karşısında duramayacağını anlayınca Hizbullah karşısında pes edip ateşkes yapmak zorunda kaldı. Bu durum başta Lübnan halkı olmak üzere, yeryüzündeki bütün mazlumlar için bir bayram sevinci oluşturdu. Yahudilerin; “kendilerini üstün görme ve dünya hayatına aşırı düşkünlükleri” gibi karakteristik özelliklerinden kaynaklanan bazı kalıplaşmış tavırları vardır. Yüz yüze savaşıp kendilerini tehlikeye atmak yerine eşek kadar değersiz gördükleri mahlukları öne sürüp arkadan kışkırtma yolunu seçerler. Tarihi tecrübeler gereği, direniş cephesinin serdengeçti kahramanlarıyla savaşamayacakları ta başından beri belliydi. Yine de bir yıl dayanabilmeleri büyük bir başarı!
Elbette İsrail’in doğrudan savaşmak istememesi meydanı boş bırakacağı anlamına gelmez. Öyle görünüyor ki savaş ihalesini başkalarına vererek vekilleri üzerinden devam ettirmek daha çok işlerine geliyor. Arz-ı Mev’ud hedeflerine giderken kendileri için feda olacak, yoldaki tehditleri bertaraf edecek mayın eşekleri aradılar. Bunun için Suriye’deki tekfirci gruplar ve ırkçı akımlardan daha uygununu bulamadılar. Bunların İran’a olan öfkeleri adeta akıllarını başlarından almış, altından kalkamayacakları açıklamalarda bulunmalarına sebep olmuştur. Kameraların kayıtta olduğuna bile aldırmadan açıkça, İsrail’le ittifak yapıp birlikte direniş cephesini çökerteceklerini ifade ettiler.[1] İsrail’e yaranmak için sadakat yeminleri ettiler. Halbuki gerek milliyetçi örgütler gerekse dinî görünümlü gruplar açısından bu açıklamaların ilerde çok ağır bedelleri olacaktır. Temsilcisi olduklarını iddia ettikleri halklara bunun hesabını kolay kolay veremezler. Nedeni bellidir. Çünkü hangi ırktan, hangi mezhepten olursa olsun hiçbir Müslüman, Filistin’de işledikleri cürümlerden sonra İran’a karşı İsrail’in yanında yer almayı sindiremez. Hele hele İran’ın Filistin davasındaki samimi ve kararlı tutumu apaçık ortaya çıkmışken, asla!
Halep saldırısı sonrasında harekete geçme ve soru sorma sırası İran’a geçti. Yıllardır Müslümanların kalbine saplanmış bir hançer olmakla itham edilen İran’ın, sözde mücahitlerden cevaplamasını beklediği çok ciddi soruları vardır. Mesela şöyle dese yerinde değil mi? Bir yıllık sürede biz İsrail’le savaştık, durmaya da niyetimiz yok. Peki siz ne yaptınız? Madem Halep’i ele geçirecek kadar savaşma kabiliyetine sahiptiniz. Öyleyse neden bu gücünüzü Gazze’nin bir tek mahallesini kurtarmak için kullanmadınız? Üstelik Filistinliler Şii de değillerdi. Biz İsrail’i bitirmeye çalışırken, siz arkamızda kuyumuzu kazdınız. Bundan sonra “Arkamız emniyetli olmadığından İsrail’le savaşamayız” dersek, haklı değil miyiz? İsrail’le savaşmadığımız için mazlum Filistin halkını ezerlerse bunun sorumlusu siz değil misiniz? İsrail’le savaşmamızı gerçekten istiyor musunuz? Yoksa böyle yaparak engel mi olmak istiyorsunuz? Şimdi kimin derdinin sadece Müslümanlarla savaşmak olduğu ortaya çıktı mı? Öyle ki ateşkesin yürürlüğe girmesinin üzerinden bir gün geçmesine bile tahammül edemediniz. Hemen elinizdeki hançeri Müslüman Suriye ve İran halkının sırtına saplamaya çalıştınız. Bugünden sonra size karşılık verirsem artık kim tutar beni!
Geriye doğru makarayı sarıp sözde mücahit, gerçekte ise İsrail’in mayın eşeği olan grupların yazıp çizdiklerine bakınca, Filistin davası üzerinden halkın inançlarını nasıl istismar ettiklerini daha iyi anlıyoruz. Bir taraftan sanki Gazze’ye sahip çıkıyormuş izlenimi vermek, diğer taraftan Gazze’nin hayat damarlarını kesmeye çalışmak! Çok müthiş bir çelişki değil mi?
İran’ın bugüne kadar neden İsrail konusunda temkinli davrandığı da sanırım artık anlaşılmış oldu. Namluyu İsrail’e çevirdiğinde, sırtına saplanacak hançerleri önceden fark ettiği için temkinli davrandığını veya sözde İslam ülkelerinin kendisine dost olmadığını bildiği için bugüne kadar hep ağırdan aldığını söylersek haklı değil miyiz?
HTŞ’nin saldırıları başlar başlamaz, İran’ın çöküş senaryolarını konuşanlara da bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Bundan sonra İran için durumun kötüye gitmeyeceğini ve Halep’te şer gibi görünen olayların çok büyük hayırlar barındırdığına inanıyoruz. Yaşananlar İran’ın daha da güçlenmesine sebep olacaktır. Çünkü oynanan oyunlar, ülke içinde ve dışında kümelenmiş, bugüne kadar kendisini gizleyebilmiş nifak ve casusluk faaliyetlerinin deşifre edilmesi için altın bir fırsata dönüşecektir. Üstelik, artık hain oluşumların üzerine gitmek için meşruiyet sorunu da kalmayacaktır. İran İslam Cumhuriyeti, halkının da desteğini alarak daha güçlü şekilde hainlerle mücadele edebilme imkânı elde edecektir. Dünyaya karşı da kendini savunacak çok kuvvetli delillere sahip olacaktır. Saldırıyı başlatan kendisi olmadığı gibi saldıranlar da sadece İran’ı hedef almamıştır. Doğrudan Filistin ve Lübnan’ın nefeslerini kesmeyi istedikleri için kamuoyunu ikna etmek, İran için artık hiç de zor olmayacaktır.
Uhud savaşına bakınca, mevcut fitnelerin neden İran’ın lehine sonuçlanacağını daha kolay anlayabiliriz. Önce, savaşın Medine içinde savunma şeklinde mi yoksa şehrin dışına çıkarak düşmanı bekleme şeklinde mi olacağı konusunda, Peygamberimiz (saa) bir istişare yaptı. Münafıkların başı Abdullah b. Selül’ün içinde bulunduğu bir grup, düşmanı Medine’de karşılamak istiyordu. Muhtemelen onlar da içerden çökertme faaliyeti yapacaklardı. Ancak Peygamberimiz (saa) Medine dışına çıkma kararı alınca, Münafıkların bütün hesap ve planları alt üst oldu. Müslümanların moralini bozmak için savaştan önce ordunun üçte birini ayırıp Medine’ye döndüler, bir kısmı da ordunun içinde gizlenmeyi başardı. Üçte bir oldukça büyük bir rakamdır. Buna rağmen ordunun savaşma kabiliyetine herhangi bir zarar veremediler. Bu olay Peygamberimizin (saa) o kadar faydasına oldu ki, geri dönen Münafıklara yönelik bir şey yapmasına gerek kalmamıştı. Çünkü kendi halkını düşmanın pençeleri arasına bırakıp, geri dönen hainlerin Medinelilerde uyandırdığı nefret, ceza olarak onlara yetmişti. Bu hıyanetin nasıl bir tiksintiye sebep olacağını sanırım açıklamaya gerek yoktur. O gün şehirdeki Münafıklar deşifre olmasaydılar, belki de Hendek savaşında farklı bir tablo ortaya çıkabilirdi. Peygamberimiz (saa) bir taktik olarak, ne zaman Münafıkların tehlikesiyle karşılaştıysa dışarıya bir sefer düzenleyerek onların bütün planlarını alt üst etmiştir. Tebük seferinde fiili bir savaş olmadı ancak, Medine’de sinsice faaliyet gösteren Münafıkların maskeleri düşürülerek rezil edilmişlerdir.
İran’ın içerisinde de karışıklık çıkaracak muhalifler olabilir. Ancak İran halkı İsrail’le savaşırken devletlerini arkadan vurmaya çalışan hainleri asla affetmeyecektir. Sadece tükürükleriyle olsa bile onları boğacaktır. Kalplerinde kinden başka bir şeye yer bırakmayan sözde mücahitlerden hesap sorma konusunda İran’ın, bundan sonra gerek uluslararası gerekse dinî alanda meşruiyet sorunu kalmayacak, elinde oldukça güçlü kozları olacaktır. Saldırıyı karşı tarafın başlatmış olması, İslam dünyasında İran aleyhine oluşturulan “Sadece Müslümanlarla savaşıyorlar” iftirasını boşa çıkarmıştır. Kimin İsrail’in dostu, kimin düşmanı olduğu netlik kazanmıştır. Üstelik kimden gelirse gelsin, hangi amaçla olursa olsun Suriye hükümetini devirmeye yönelik saldırıların, sadece İsrail’in işine yaradığını, diğer taraftan Gazze’nin nefes almasını engellediğini artık bilmeyen kalmamıştır.
Şimdi Müslümanların önünde sadece iki şıklı bir soru kalmıştır. İsrail’in yanında mı yer alacaklar? Yoksa Gazze’nin yanında mı? İster kabul etsinler ister etmesinler, Gazze’nin yanında yer alabilmek Suriye’nin yanında da yer almayı gerektirir. Fıkıhta “Vacibin mukaddimeleri de vaciptir” ilkesine binaen şöyle diyebiliriz. Suriye hükümeti çökertilmeden Gazze çökertilemiyorsa Suriye’ye sahip çıkmakla Gazze’ye sahip çıkmayı birbirinden ayıramayız. Madem Gazze’ye sahip çıkmada hepimiz müttefikiz, Suriye’yi ayırmak niye? (Veysel Çelik - Hürseda)
[1] https://www.youtube.com/watch?v=VnqyK5OwQBw Bu paneli izleyince şaşırmamak elde bile değil.
Yeni yorum ekle