Normalleşme projesinin tacirlerine karşı 7 Ekim
Batı'nın Siyonist rejimi güçlendirme ve bölge ülkelerini ekonomik ve güvenlik açısından ona bağımlı hale getirme çabalarına rağmen direniş, bu politikalara karşı koymada hayati ve etkili bir güç olarak hareket etmeye devam ediyor.
Amerika ve İsrail neden direnişi dizginlemek için maksimum şiddete başvurdu?
Welayet News - Siyonist rejimin Gazze halkına karşı işlediği katliamların başlangıcından bu yana İnkılap Lideri, bu gerilimleri önlemenin en önemli araçlarından birinin İsrail ile ekonomik ilişkilerin kesilmesi olduğunu defalarca vurguladı. İnkılap Lideri’nin bu zekiliği ve vurgusu, artık tüm bölge halkları arasında, devlet adamlarını İsrail ile ilişkilerinde temkinli karar vermeleri ve önceki aceleci yaklaşımları sürdürmemeleri yönünde zorlayan bir talep oluşturmuştur. Hatta İsrail ile resmi ilişkileri bulunan bazı bölge liderlerinin İsrail karşıtı açıklamaları bu açıdan ilgi çekicidir. Bu rasyonel yaklaşım Siyonist rejime büyük bir zarar verdi. Öyle ki bu rejimin başbakanı, İran'ın bölge ülkeleriyle ilişkilerin normalleşme sürecini bozmadaki rolünü BM Genel Kurulu'nda protesto etmek zorunda kaldı. Doğru teşhislerle İsrail'i ekonomik ve güvenlik açısından sıkıntıya sokan İnkılap Lideri, en son Cuma namazı hutbesinde yaptığı açıklamalarda bir kez daha dikkatleri Amerika'nın ve Siyonist rejimin karmaşık politikalarına çekti. İnkılap Lideri bu kez ABD ve müttefiklerinin Siyonist rejimi kaynakları kontrol etme aracı haline getirme ve bölgede kendi hakimiyetlerini kurma çabalarını daha detaylı bir şekilde açıklayarak şöyle dedi: “Onların politikası, rejimi bölgeden Batı dünyasına enerji ihraç etme ve Batı'dan ise bölgeye mal ve teknoloji ithal etmenin kapısı haline getirmektir ki bu da gaspçı rejimin varlığının ve tüm bölgenin Batı dünyasına bağımlılığının garantilenmesi demektir.” İsrail'in enerji ve teknoloji alanında bölge ülkeleriyle kurmaya çalıştığı bazı ilişkiler, İnkılap Lideri’nin açığa çıkardığı gerçeği kanıtlıyor. Bu hikayenin perde arkasında da Amerika ve Batılı ülkeler, Siyonist rejimle ilişkilere bir çerçeve oluşturmak ve diğer ülkeler için bu rejimle münasebetleri meşrulaştırmak amacıyla uzun yıllardır çok taraflı anlaşmalar oluşturmaya çalışıyorlar.
Aksa Tufanı İsrail'le ilişkileri normalleştirme projesini yerle bir etti
Batı'nın Siyonist rejimi güçlendirme ve bölge ülkelerini ekonomik ve güvenlik açısından ona bağımlı hale getirme çabalarına rağmen direniş, bu politikalara karşı koymada hayati ve etkili bir güç olarak hareket etmeye devam ediyor. Bölgesel denklemleri değiştirebilen, Amerika ve İsrail planlarının gerçekleşmesini engelleyebilen bu direnişin örneklerinden biri de Aksa Tufanı operasyonuydu. Filistinli direniş gruplarının gerçekleştirdiği Aksa Tufanı operasyonu bölgenin denklemlerini tamamen değiştirdi. Bu operasyon, İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecine ağır bir darbe indirdi. Amerika bu normalleşmeyi sessiz sedasız ve gayri resmi bir şekilde yürütmeye çalışıyordu. Ancak Filistinlilerin bu operasyonla gösterdiği direniş, ilişkilerin normalleşmesinin hiçbir zaman tepkisiz olmayacağını göstermeyi başardı. İnkılap Lideri de bu doğrultuda yaptığı açıklamalarında, Batılı ve Siyonist politikaların sadece bölgenin güvenliğini tehdit etmekle kalmayıp tüm insanlığa zarar verdiğini vurguladı ve “Rejime herhangi bir kişi ve grup tarafından yapılacak her türlü saldırı, tüm bölgeye ve tüm insanlığa hizmettir” dedi.
Normalleşme projesinin etkisiz hale getirilmesi Netanyahu'yu çileden çıkardı
Siyonist rejimin bu denklem değişikliğine tepkisi oldukça dikkat çekiciydi. İsrail Başbakanı Netanyahu, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, doğrudan IMC koridoruna değinmeden, bu koridora üye olan ülkeleri bir harita üzerinde işaretleyerek, “saadet ekseni” olarak adlandırdı. İran, Lübnan ve Filistin'in de aralarında bulunduğu direniş eksenindeki ülkeleri de siyah renkle işaretledi ve onları “nefret ekseni” olarak nitelendirdi. Bu açıklamalar Netanyahu ve Siyonist rejimin yeni bölgesel gelişmelerden ve direnişin Amerikan ve İsrail planlarının gerçekleşmesini engellemedeki kilit rolünden oldukça kaygılı olduğunu gösteriyor. Politikalarını ilerletemeyen ve direniş operasyonlarıyla karşı karşıya kalan rejim, Gazze ve Lübnan'da mücahitlere karşı şiddet eylemlerine yöneldi. Rejimin mücahitlere yönelik pervasız ve acımasız davranışı, bölgedeki konumunu sabitleştirme ve çeşitli alanlardaki sayısız başarısızlığa cevap verme ihtirasından kaynaklanmaktadır. Bu canilik ve katliamlar, Siyonist rejimin ilişkileri normalleştirme ve bölgenin kaynaklarını kontrol etme hedefine henüz ulaşamadığını, bu nedenle direnişi bastırmak için aşırı şiddet kullanmaya devam ettiğini gösteriyor.
İsrail, Batı Asya'dan Avrupa'ya enerji aktarımında köprü olmak istiyor
İnkılap Lideri, burayı bölgenin enerji merkezi haline getirmeyi, Siyonist rejimin bölgedeki konumunu istikrara kavuşturmak için Batı'nın çözümlerinden biri olarak değerlendirdi. Bu rejimin bölgedeki diğer ülkelerle enerji transferi alanında geliştirtiği ekonomik ilişkiler de bu gerçeği kanıtlıyor. Son yıllarda, özellikle Avrupa'nın Rus kaynaklarına olan bağımlılığını azaltma talebinin artmasıyla İsrail, Avrupa'ya enerji aktarımı için stratejik bir platform olma arayışına girdi. Rejimin bu stratejisi esas olarak Doğu Akdeniz'deki Leviathan ve Tamar gibi bölgenin en büyük gaz rezervleri arasında yer alan doğal gaz sahalarını kullanarak yürütülüyor. Bu bağlamdaki önemli projelerden biri, İsrail'i Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa'ya bağlayan Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı'dır (EastMed). Bu boru hattının amacı Avrupa'nın gaz ihtiyacının bir kısmını karşılamaktır ve bu da İsrail'in Avrupa enerji pazarında önemli bir rol oynamasına olanak sağlamaktadır. Ayrıca İsrail, Mısır gibi bölge ülkeleriyle işbirliği yaparak doğal gazını Avrupa'ya ihraç etmek için birleşik boru hatları ağı geliştirmenin yollarını arıyor. Keza Mısır'ın sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) tesislerini kullanarak küresel pazarlara gaz ihraç ediyor. Bu işbirlikleri İsrail'in bölgede enerji merkezi olma stratejisinin bir parçası. Suudi Arabistan ve Türkiye de bu süreçte önemli rol oynuyor. Suudi Arabistan, gizli işbirliği ve IMEC Koridoru gibi projeleri destekleyerek İsrail'den Avrupa'ya enerji transferini kolaylaştırmaya çalışıyor. Türkiye de İsrail'den Avrupa'ya Türkiye üzerinden doğrudan boru hatları kurulmasını önererek bu alışverişte kilit rol oynamaya çalışıyor.
İsrail ile ilişkiler teknoloji kullanma bahanesiyle meşrulaştırılıyor
İsrail'i teknoloji aracına dönüştürmek, Batı'nın İsrail'in bölgedeki konumunu istikrara kavuşturmaya yönelik bir başka stratejisidir. Siyonist rejim ile bölge ülkeleri arasında teknoloji alanında artan sözleşmelerde de bu durum açıkça görülmektedir. İsrail'de bulunan teknoloji ve inovasyon merkezi “Startup Nation Central”, Orta Doğu ülkelerine teknoloji transferi için büyük bir platformdur. “Startup Nation Central”, İsrailli startup'lar ile BAE ve Bahreyn başta olmak üzere Arap ülkeleri arasında bağlantı oluşturulmasını destekleyerek yapay zeka, finansal teknoloji ve sağlık gibi teknolojinin çeşitli alanlarındaki İsrail yeniliklerini bu ülkelere aktarmaya çalışıyor. Bu merkez aslında yenilikçi İsrail şirketleri ile Orta Doğu ülkelerinin teknolojik ihtiyaçları arasında bir köprü görevi görüyor. Bahreyn, Abraham Barış Anlaşması'nı imzaladıktan sonra İsrail'in siber güvenlik alanındaki yakın ortaklarından biri haline geldi. İsrail, siber teknolojilerdeki önemli kazanımlarından dolayı Bahreyn'in güvenlik ağlarını güçlendirmesine yardımcı oluyor. Bu işbirliği, dijital güvenlik alanında bilgi aktarımını, ileri teknolojileri ve Bahreyn kuvvetlerinin İsrail siber güvenlik şirketleri tarafından eğitilmesini içeriyor. Bu durum Bahreyn'i İsrail'in siber teknolojilerine bağımlı hale getiriyor. Abraham Barış Anlaşması'nın imzalanmasının ardından İsrail ile BAE arasındaki teknolojik iş birliği de hızla genişledi. İsrailli teknoloji şirketleri, siber güvenlik, akıllı tarım ve yenilenebilir enerji gibi alanlarda Emirlik şirketleriyle işbirliği anlaşmaları imzaladı. Örneğin en önemli işbirliklerinden biri, İsrail şirketi “Watergen” ile BAE arasında havadan su üretim teknolojileri sağlanmasına yönelik yapılan anlaşmadır. İsrail, BAE gibi Suudi Arabistan'la da ilişkilerini genişletmek için bu ülkenin su ve tarım olan Aşil topuğuna veya yumuşak karnına elini koydu. İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki resmi diplomatik ilişkiler tam olarak normalleşmemiş olsa da, teknoloji, özellikle de akıllı tarım alanında gizli işbirliğine dair çok sayıda rapor yayınlanmıştır. Damla sulama sistemlerini ve su kaynaklarının akıllı yönetimini içeren İsrail tarım teknolojileri, iklim sorunları ve su kıtlığıyla karşı karşıya olan Suudi Arabistan için kritik önem taşıyor. Bu teknolojik işbirlikleri Suudi Arabistan ve BAE'nin İsrail'e bağımlılığının güçlenmesine yol açıyor. Aynı reçete Ürdün için de yazılmıştır. Son yıllarda Ürdün ve İsrail, güneş enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir enerji alanında ortak anlaşmalar imzaladı. İsrail, güneş enerjisi ve su yönetim sistemleri alanında yeni teknolojiler sağlayarak Ürdün'ün bu alanlardaki ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı oluyor. Bu anlaşmalar, İsrail'in Ürdün'e ileri teknolojiler sağlayarak ülkenin İsrail enerji teknolojilerine bağımlılığını güçlendirmeye çalıştığını gösteriyor. İsrail ile Batı Asya ülkeleri arasındaki teknolojik işbirliğinin bir diğer alanı da uzay teknolojileridir. İsrail, Fas'la ilişkileri normalleştirmeye yönelik anlaşmalar imzaladıktan sonra bu ülkeyle ortak uzay projeleri geliştirmeye başladı. Bu işbirlikleri arasında uydu ve uzay iletişimiyle ilgili projeler yer alıyor. Bu işbirliklerinde İsrail, Fas'ın ihtiyaç duyduğu teknolojilerin tedarikçisi olarak hareket ederek bu ülkedeki nüfuzunu genişletiyor.
Amerikan anlaşmaları Siyonist rejimin lehine meyve veriyor
Amerika, bir dizi resmi anlaşma ve gizli program aracılığıyla Siyonist rejimin Batı Asya'daki konumunu istikrara kavuşturmaya ve güçlendirmeye çalıştı. Abraham Barış Anlaşması’ndan IMAC koridoru gibi ekonomik planlara ve gizli güvenlik programlarına kadar. IMAC Koridoru, Avrupa, Orta Doğu ve Asya arasında ekonomik eksen olarak Hindistan, BAE ve Suudi Arabistan iş birliğiyle tasarlanan ABD ve İsrail'in stratejik planlarından biridir. Bu koridor, Doğu ile Batı arasında bir köprü görevi görerek İsrail'i ekonomik alışverişin merkezi haline getiriyor ve dolaylı olarak bu rejimin ekonomik ve stratejik konumunun güçlendirilmesine yardımcı oluyor. Amerika'nın bölge ülkelerinin İsrail'e ekonomik bağımlılığını tesis etme ve bu rejimin bölgedeki konumunu güçlendirme çabalarının bir parçası olarak değerlendirilen bu proje, Aksa Tufanı operasyonu öncesinde tamamlanmaya yaklaşmıştı ama artık Netanyahu'nun boş hayali haline geldi ve Birleşmiş Milletler'de İran'ı Netanyahu adına suçlamanın bir kağıt parçasından başka bir işlevi yok. Seçimlerde Siyonistlerin favori figürü olan Trump, çok taraflı anlaşmalarla bölgede Siyonist rejime meşruiyet kazandırmak için her kesten daha fazla çalıştı. İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn'in de aralarında bulunduğu Arap ülkeleri arasında 2020 yılında ABD'nin arabuluculuğunda imzalanan Abraham Barış Anlaşması, İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi yönündeki en önemli diplomatik anlaşmalardan biridir. İsrail ile Arap ülkeleri arasında ekonomik, güvenlik ve siyasi işbirliğinin güçlendirilmesi amacıyla tasarlanan bu anlaşma, aşamalı olarak Sudan ve Fas'ı da kapsamına aldı. Abraham Paktı'nın temel amacı İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri normalleştirmek ve bölgesel işbirliğini güçlendirmekti. Yüzyılın Anlaşması planı, Trump yönetiminin İsrail üzerindeki güvenlik baskısını azaltmak amacıyla 2020'de ortaya attığı bir diğer başarısız fikir olmuştur. Filistin-İsrail çatışmasını sona erdirme sloganıyla tasarlanan bu plan, açıkça İsrail'in lehineydi ve Filistin sorununu İsrail lehine çözmeye çalışıyordu. İsrail'in bölgedeki varlığını normalleştirenler listesinde yer almayan bir tane Amerikan başkanı bile yoktur. George Bush'un başkanlığı sırasında önerilen Büyük Ortadoğu planı, İsrail'in nüfuzunu genişletmek amacıyla Orta Doğu ülkelerinin siyasi ve ekonomik yapısını yeniden inşa etmeyi ve değiştirmeyi hedefliyordu. Bu plan resmi olarak tüm bölge için tasarlanmış olsa da ana hedeflerinden biri güvenlik tehditlerini azaltarak ve direniş güçlerini zayıflatarak Siyonist rejim için daha güvenli ve istikrarlı bir ortam yaratmaktı. ABD, açık anlaşmaların yanı sıra, perde arkası müzakereler ve gizli diplomasi yoluyla sürekli olarak İsrail'in Arap ülkeleriyle güvenlik ve istihbarat ilişkilerini güçlendirmeye çalışıyor. İsrailli yetkililer ile Arap ülkelerinin liderleri arasında, bu ülkeler arasındaki ilişkileri gayrı resmi olarak normalleştiren gizli toplantılara ilişkin çok sayıda rapor var. Bu çabalar özellikle Suudi Arabistan ve Fars Körfezi'ndeki bazı ülkelerle ilgili olarak ivme kazandı. Amerika'nın İsrail'i güçlendirme politikalarından biri de İsrail'in yanı sıra Arap ülkelerine gelişmiş silahlar satmaktır. Amerika, bu silahları satarak Arap ülkelerinin savunma ihtiyaçlarını sağlarken dolaylı olarak bu ülkelerle İsrail arasındaki ortak güvenlik eksenini güçlendirmiş ve ortak tehditleri frenleyerek İsrail'in bölgesel ittifaklarının güçlenmesine yardımcı olmaya çalışmıştır. Ürdün'ün Siyonist rejimin savunma sistemlerine ev sahipliği yapması bu işbirliğinin açık bir göstergesidir.
Ali Mazrui /Çev: Mehmet Gönül -Welayet News
Yeni yorum ekle