İran'ın 'İsrail' ile kurduğu yeni caydırıcılık denklemi on yıllardır hazırlanıyordu

Sa, 23/04/2024 - 06:25

İran'ın misilleme operasyonunun aslında İsrail'in on yıllardır kendi topraklarına ve vatandaşlarına yönelik saldırılarının bir sonucu olduğunu anlamak önemlidir.

Welayet News  - Beyrut merkezli el-Meyadin'e göre, İran İslam Cumhuriyeti 13 Nisan'da Siyonist varlığı doğrudan vurarak onunla arasındaki caydırıcılık denklemini değiştirdi.

Bu operasyonun başarısı kısa vadede ABD ve İsrail'in tepkilerinin izlenmesiyle değerlendirilebilecek olsa da, İran'ın misilleme operasyonunun aslında topraklarına ve vatandaşlarına yönelik onlarca yıllık İsrail saldırılarının doruk noktası olduğunu anlamak önemlidir.

İran'ın Gerçek Söz olarak adlandırılan misilleme operasyonunun tamamlanmasının hemen ardından, Batılı ve İsrailli kuruluşlar ne olduğuna dair kendi anlatılarını uydurmak için yoğun bir şekilde çalışmaya başladılar.

İlginç bir şekilde, tek bir senaryoya bağlı kalamadılar ve iki çelişkili yaklaşım benimsediler: Birincisi, İsraillilerin kurban olduğunu ve İran'ın saldırısının beklenenden çok daha geniş kapsamlı olduğunu, dolayısıyla Tahran'ın 'kötü' niyetini gösterdiğini iddia etmekti.

İkincisi ise İsraillilerin İngiltere, ABD, Fransa ve Ürdün'den oluşan hava savunma ittifakıyla birlikte tarihteki en başarılı savunma harekatlarından birini gerçekleştirdiğini ve İran'ın neredeyse hiç zarar vermediğini iddia etmekti.

Her iki anlatı da İsraillileri hikayenin hem kurbanı hem de kahramanı haline getiriyor. Yine de, hem hiçbir şey olmadığını hem de İran'ın misillemesinin kabul edilebilir olduğu iddia edilenin çok ötesine geçtiğini savunarak birbirleriyle büyük ölçüde çelişiyorlar. Bu iki hikâye aynı zamanda bize her ikisini de birbirinden bağımsız olarak çürütme ve yaşananların ardındaki gerçek hikâyeyi anlatma imkânı veriyor.

İran'ın sözde 'kötü niyetini' çürütmek

Batılı şirket medyası için tipik olduğu üzere, her haberi kendi istedikleri çerçeveye uyan günde başlatarak liderleriyle aynı propaganda anlatılarını öne sürüyorlar. Bu örnekte, 7 Ekim 2023'te Filistin Direnişi ile işgalci varlık arasındaki çatışmalar söz konusu olduğunda benimsenen yaklaşımın aynısını benimsiyorlar.

Hepimizin, ihlal edilmesi halinde hainlik ve ahlaksızlık olarak değerlendirilecek iki argümana inanmamız gerekiyordu: Birincisi, 7 Ekim'den önceki tüm tarihin geçersiz olduğu ve Hamas'ın askeri operasyonunu açıklayamayacağı ya da haklı gösteremeyeceğiydi. İkincisi ise Aksa Tufanı Operasyonu'nun hiçbir askeri hedefi olmayan bir "terörist" saldırı olduğunu iddia etmekti.

İran'ın Suriye'nin başkenti Şam'daki büyükelçiliğinin konsolosluk bölümü, uluslararası hukukun, diplomatik normların ve hem İran hem de Suriye egemenliğinin korkunç bir şekilde ihlal edildiği İsrail saldırılarıyla havaya uçurulmakla kalmadı, aynı zamanda bu ilk saldırı da değildi.

1 Nisan'daki konsolosluk saldırısında Suriye ve Lübnan vatandaşlarının yanı sıra 7 İran Devrim Muhafızları üyesi de öldürülmüştü.

İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron, Sky News kanalında kendisine konsolosluklarından birinin saldırıya uğraması durumunda İngiltere'nin ne yapacağı sorulduğunda, Londra'nın da çok sert bir karşılık vereceğini itiraf ederek, birkaç dakika önce benimsediği kendi söylemiyle çelişti.

İran-İsrail mücadelesi, ABD ve müttefiklerinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) kınama kararı alınmasını engellediği bu konsolosluk saldırısıyla başlamadı. Bu mücadele on yıllardır devam ediyor.

İran, Körfez'de ve Kuzey Irak'ta İsrail hedeflerine karşı periyodik olarak misilleme ve savunma operasyonları gerçekleştirmiş olsa da, işgal altındaki Filistin'deki hedeflere karşı hiçbir zaman doğrudan bir eylemde bulunmadı.

İran-İsrail "gölge savaşı" olarak adlandırılan olaya eleştirel bir gözle baktığımızda, Tahran'ın defalarca aşırı düzeyde itidal gösterdiğini görürüz. İsrail rejimi 2010 yılından bu yana, sivil nükleer bilim adamlarına yönelik kanlı suikastlardan başlayarak İran topraklarında doğrudan eylemler gerçekleştiriyor.

Bu suikastlarda Mossad ajanları bilim insanlarını sokaklarda vurmak ve sivil alanlara bomba yerleştirmek için kullanıldı. Siyonistler ayrıca Halkın Mücahitleri Örgütü (MKO) gibi terör örgütlerinin üyelerini de İran topraklarında sivilleri öldürmeleri için eğitip işe alarak defalarca kullandılar.

Sabotaj, casusluk eylemleri ve hatta İran'ın barışçıl nükleer programına ilişkin belgelerin çalınmasıyla sonuçlanan Tahran'daki bir tesise yapılan baskın, Mossad'ın gözetimi altında gerçekleştirildi.

2020 yılında The New York Times ve The Washington Post gazeteleri Natanz Nükleer Tesisine bomba yerleştirilmesinin arkasında İsraillilerin olduğunu yazdı. Daha sonra NYT aracılığıyla, İran'ın en üst düzey nükleer bilimcisi Muhsin Fahrizade'nin  aynı yıl 27 Kasım'da Tahran'da öldürülmesinden İsraillilerin sorumlu olduğu da ortaya çıktı.

Ertesi yıl Natanz Nükleer Tesisi'nde meydana gelen bir başka patlamadan da yine İsrailliler sorumlu tutuldu.

Buna ek olarak, 2023 yılının başlarında, İran'ın İsfahan kentindeki bir fabrikayı vurmaya çalışan intihar insansız hava araçlarının kullanıldığı bir saldırının arkasında İsraillilerin olduğu ortaya çıktı.

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda İsrailliler, Batı'nın İran'a karşı uyguladığı ve İranlı sivil halkı toplu olarak cezalandırmayı amaçlayan yaptırımların en büyük destekçilerinden biri oldu.

AIPAC ve özellikle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 2015 Nükleer Anlaşmasını engellemek için büyük çaba sarf etmiş, uygulanmasını baltalamış, Trump yönetimini tek taraflı olarak çekilmeye zorlamış ve ardından mevcut Amerikan Başkanı Joe Biden'ın anlaşmayı yeniden canlandırmak için verdiği kampanya sözünü yerine getirmemesini sağlamak için çalıştı.

Hatta iddialara göre Tel Aviv, ABD Trump yönetiminin İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü'nün en üst düzey generali Kasım Süleymani'ye 2020 yılında suikast düzenlemesinde de rol oynadı.

Yıllar boyunca Siyonist rejim tarafından Suriye içinde İran vatandaşlarına suikast düzenleyen sayısız saldırı gerçekleştirildi ve bunların hiçbiri hiçbir Batılı ülkeden tek bir kınama bile almadı.

Son olarak Aralık ayı sonunda İsrail rejimi, DMO yetkilisi Seyid Razi Musavi'yi Şam'da bulunduğu yere düzenlediği hava saldırısında öldürdü.

Bu olay üzerine DMO misilleme olarak Mossad'ın Kuzey Irak'taki tesislerine bir dizi saldırı düzenledi ve Suriye'nin İdlib vilayetine balistik füzeler fırlatarak Siyonistleri daha fazla saldırı yapmamaları konusunda uyarmaya çalıştı.

Bu açık uyarıya rağmen Siyonist varlık Ocak ayında Şam'ı tekrar vurmaya karar verdi ve Suriyeli siviller ve askerlerle birlikte 5 DMO üyesini öldürdü.

Ardından Şubat ayında İran'daki gaz boru hatlarını kısmen tahrip eden patlamaların arkasında Siyonistlerin olduğu bildirildi. Bu noktada, uzun provokasyon listesine rağmen Siyonistlere karşı doğrudan bir saldırı gerçekleşmedi.

el-Meyadin'e göre, ancak 1 Nisan'da, konsolosluk saldırısından sonra İranlılar artık yeter dediklerine ve İsraillilerin İran'a karşı işledikleri iğrenç suçları istedikleri zaman işlemelerini engellemek için denklemi sonsuza kadar değiştireceklerine karar verdiler.

Batı'nın hava savunma 'zaferini' çürütmek

İran İslam Cumhuriyeti'nin komşu ve müttefik ülkelere 72 saat önceden haber verdiği, ayrıca BM tüzüğünün 51. Maddesi uyarınca derhal cevap verme hakkını savunduğu ve tüm tarafları cevabın sınırlı olacağı konusunda bilgilendirdiği iddia ediliyor.

Saldırı başladığında İranlılar yavaş ve tespit edilmesi kolay olan bir grup eski model insansız hava aracı fırlattı. Bu da aralarında ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün'ün de bulunduğu İsrail'in müttefiklerinden oluşan geniş koalisyona, gelen saldırıyla mücadele etmek üzere savaş uçaklarını ve bölgedeki hava savunma kabiliyetlerini kullanmaları için yeterli zamanı verdi.

Toplam 5 saat süren olayda gökyüzündeki tek hedef İran'a ait insansız hava araçları ve füzeler olurken, tüm uçuşlar durduruldu ve Siyonistlere varlıklarını hareket ettirmeleri ve hazırlanmaları için zaman tanındı.

Bu olaya açık bir zihinle bakar ve sadece bariz olanı gözlemlersek, yaşananlar İsrailliler için hiçbir başarı değil, aksine tam bir utançtı.

İranlılar eski mühimmatlarını ve insansız hava araçlarının modellerini kullandılar ve düşmana Irak, Ürdün ve nihayet işgal altındaki Filistin'de yavaş hareket eden hedefleri vurması için saatler verdiler.

Tahran'a on milyonlarca dolara mal olan bu operasyonda İsrailliler de insansız hava araçları ve füzelerle mücadele etmek için bir milyar dolar harcamak zorunda kaldı.

Geniş Batılı-Arap-Siyonist koalisyonun saldırıya karşı koymak için saatlerinin ve hazırlık yapmak için günlerinin olmasına rağmen, İran balistik füzelerle hedeflediği askeri hedefleri vurdu ve bu füzeler en yeni modelleri bile değildi.

Siyonistler gelen füzelerin ve insansız hava araçlarının "%99'unu" düşürdüklerini iddia etseler de, şimdi bir düzineden fazla füzenin hedeflerini vurduğunun kabul edilmesi bu istatistiği çürütüyor.

Öte yandan, İslam Cumhuriyeti tarafından ateşlenen mühimmatların birçoğu işgal altındaki Filistin semalarına ulaşmayı başardı ve bölge genelinde yaklaşık 800 siren çaldırarak yerleşimci nüfusa korku saldı ve yerleşim bölgelerinden sığınaklara kaçmalarına neden oldu.

Siyonist rejim ve müttefiklerinin tüm konsantrasyonunu çeken ve önleme füzelerinin büyük rezervlerini tüketen bir saldırıda İran'ın müttefikleri beklenenden çok daha çekingen davrandı.

Birçokları Hizbullah, Filistin Direnişi, Yemen Ensarullahı ve Irak Direnişi gibi grupların hava savunmasının dikkatini dağıtmak için büyük mermi yaylım ateşi açacağını tahmin ediyordu ancak bu cephelerden atılan füzeler, roketler ve insansız hava araçları -Gazze örneğinde olduğu gibi- yok denecek kadar azdı.

Bölgesel direniş güçlerinin sınırlı yardımının gösterdiği şey, eski model İran füzelerinin hedeflerini vurmasını sağlamak için bile gerekli olmadıklarıydı. 

Durum açıkça böyle olmasına ve Tahran'ın askeri hedefler dışında herhangi bir saldırıda bulunmamasına rağmen, İsrailliler ve Batılı müttefikleri gülünç bir zafer hikayesi uydurmayı başardılar.

İran ordusu ilk kez Siyonist rejime karşı doğrudan bir saldırı başlattığı için, İsrail'in İran'dan gelen saldırıları savuşturma kapasitesini de test etmeyi başardı; hem de mümkün olan en uygun koşullar altında.

Batılı kurumsal medya şimdi hava savunma kabiliyetleri için inanılmaz bir zafer fikrini teşvik ederken, gerçeğin bu oldukça acınası çarpıtmalarının, kullanılan silah sistemlerinin imajını korumak ve İran'dan bir tokat yedikten sonra yüzünü kurtarmak için olduğu açıktır.

Burada Batı medyasının anlatısını analiz ederken askeri-endüstriyel kompleks göz ardı edilemez, çünkü silahlarının dünyadaki en etkili silahlar olduğu imajını korumakta doğrudan çıkarları vardır.

Bu, satışları arttırmak ya da en azından sürdürmek içindir. Gerçeğin kabul edilmesi Batı'daki askeri-endüstriyel komplekse büyük bir darbe vuracak ve İsrail halkına daha da büyük bir korku aşılayacak.

Siyonist rejim, İslam Cumhuriyeti ile büyük bir bölgesel çatışma karşısında ne kadar savunmasız olduğunu kabul edemez ve bu nedenle bu olayı, 7 Ekim'de Filistin direnişi tarafından büyük ölçüde zayıflatılan savunma yeterliliğini kanıtlama girişiminin bir aracı olarak kullanarak halkını kandırmaya çalıştı.

el-Meyadin'den Robert İnlakeş'e göre, ''İsrailliler ne kurban ne de galipti, aptalca bir hata yaptılar ve kendilerini zor bir durumla karşı karşıya buldular, bu da Batılı müttefiklerinin onları İran'ı doğrudan vurmamaya teşvik etmesine neden oldu. Önümüzdeki haftalar ve aylar, İran'ın misilleme operasyonunun tüm etkilerini doğru bir şekilde analiz etmemizi sağlayacak olsa da, bu arada tamamen yeni bir denkleme ulaşıldığını ve kolektif Batı hükümetlerinin bundan memnun olmadığını değerlendirebiliriz.''(YDH)



Yeni yorum ekle