Nebevî yaşam tarzının zihinsel engelleri - 1
İslam ve çağın mukteziyatı, çağımızda Müslüman aydınların en önemli içtimai meselesidir ve gerçekten bu meseleyi çözülmez bir muamma ve çelişki olarak görürler.
Welayet News - Meramımıza bir hikaye ile başlayalım. Günün birinde, bir bilim adamı ilginç bir deneye imza atar. O, camdan yaptığı akvaryumu bir cam sayfasıyla iki bölüme ayırır. Sonra bir bölümüne büyük bir balık ve diğer bölümüne de büyük balığın yemesini sevdiği küçük bir balık atar.
Büyük balığın yiyebileceği tek şey küçük balıktı ve bilim adamı ona başka bir yemek vermiyordu...Büyük balık küçük balığı yemek için defalarca saldırıya geçti ama her seferinde duvara, şaffaflığından dolayı görünmeyen o camdan duvara değip geri çekiliyordu. Bilahare, bir müddetten sonra küçük balığa saldırmaktan yoruldu ve vazgeçti. Büyük balık akvaryumun diğer tarafına geçip küçük balığı yemenin imkansız olduğuna inanmıştı.
Sevgili bilim adamımız ( balığın ciğerini yaktığı için Allah taksiratını affetsin) akvaryumun ortasına koyduğu camı kaldırdı ve büyük balığın yolunu açtı; ama büyük balık artık küçük balığa saldırmadı, çünkü orada hala duvarın olduğunu düşünüyordu. Bu noktan itibaren iki anlatı ya da iki sonuç söylenmiştir; birincisi, büyük balık artık akvaryumun diğer tarafına hiç gitmedi ve açlıktan öldü (şahsen buna katılmıyorum) ve ikincisi, büyük balık küçük balığın arkasına düşmüyordu ta ki bir gün küçük balık akılsızlık yaparak akvaryumdaki büyük balığın alanı olan bölüme geldi ve tam o sırda büyük balık tarafından yutuldu.
Bu hikaye genellikle, bireylerin başarısızlığında sadece dış engellerin değil, zihinsel engellerin de etkili olduğunu açıklamak için anlatılır. Zihinsel engellerden kasıt, zihinde kemikleşen ve bireylerin yolunu kapatan yanlış inançlardır.
Bu minval üzerine gidecek olursak, deriz ki Allah’ın bizim için “üsvey-i hasane” olarak seçtiği ve kendisine tabi olmayı kendi katında mahbup ve sevimli olmanın yolu olarak tanıttığı Resûl-i Ekrem’in (s.a.a) yaşam tarzını hayata geçirmekten daha yüksek bir başarı olmaz ve açıktır ki Allah katında sevimli olan, O’nun muhabbetini kazanan kimsenin beli yere gelmez. Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzab: 21). De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”. (Al-i İmran: 31)
Temel soru
Toplumumuzun, kendimizin ferdi-içtimai kurtuluşu ve saadetinin Resûl-i Ekrem’i (s.a.a) örnek alarak hayat tarzımızın azami derecede o yüce insanın hayat tarzıyla örtüşmesinden geçtiği hepimizce bilinmesine rağmen, neden çoğumuz kendimize, yaşam tarzımıza baktığımızda bu hususta kayde değer bir başarı elde etmediğimizi görürüz?
Bu başarısızlık için çeşitli nedenler sıralanabilir. Zihinsel engeller, bu nedenlerin önemli bir bölümünü oluştururlar. Bu zihinsel engeller, yukarıda anlattığımız hikayedeki görünmez cam duvarına benzer bir işlev gören, var olmadıkları hal de varmış gibi, gerçekmiş gibi algıladığımız ve dolasıyla da bir adım ileri atmamıza mani olan inançlardır. Bu yazıda, söz konusu engellerden birkaçını ele alarak kendimin ve aziz okurun takatinin el verdiği kadar açıklamaya çalışacağım. Bu engeller, “olmaz”, “yapamayız”, “zordur” ve “faydasızdır” inançlarından ibarettir.
Birinci engel: olmaz
İlk zihinsel engel, açıktan dile getirilmese bile kaplerin derinliğinde geçen şu inançtır: “Bayım, peygamberin yaşam tarzı 1400 yıl öncesine ait yaşam tarzıdır, efedim şartlar farklı, yaşamlar artık eskisi gibi değil, insanlar değişmiş, peygamberin döneminde bir hurmayla kaç kişi kendini doyuruyordu ama şimdi yüksek gelirin, araban ve evin olmazsa kimse sana kızını vermez ve...” Hülasa, bu tür önermelerden hareketle, sözü, Resûl-i Ekrem’in yaşam tarzının izlenmesi güzel bir fikir ama maalesef mümkün değil, neticesine bağlamak isterler.
Bu zihinsel engelin kısa yanıtı şudur: Evet, çağımızdaki birçok şey Resûl-i Ekrem’in döneminde olan şeylerden farklıdır ve değişmiştir ama her şeyin değiştiğini, sabit hiçbir şeyin bulunmadığını da söyleyemeyiz.
Şehit Mutahhari’nin yanıtı
Şehit Mutahhari bu sorunu ve cevabını şu şekilde açıklamıştır:
İslam ve çağın mukteziyatı, çağımızda Müslüman aydınların en önemli içtimai meselesidir ve gerçekten bu meseleyi çözülmez bir muamma ve çelişki olarak görürler. Onlara göre, “İslam” ve “çağın mukteziyatı” birbiriyle uyuşmayan iki olgudur ve ikisinden birinin seçilmesi gerekir: Ya İslam’ı, İslami öğretileri kabul ederek her türlü yenilikten sakınıp zamanın hareketsiz. dorağan hale getirilmesi gerek, ya da zamanın değişken muktaziyatı kabul edilerek İslam’ı geçmişe ait bir olgu olarak tarihin arşivine bırakmak gerek.
Bu görüşü savunanların öne sürdüğü argüman şudur: İslam, bir din olması itibariyle, bilhassa düsturları ebedi olan ve ilk günde ne ise sonsuza dek öyle baki kalması gereken son din olduğu için, sabit ve değişmez bir olgudur. Zaman ise doğası gereği değişkendir, eskir ve yenilenir.
Zamanın doğası çeşitliliği gerektirir, her gün, bir önceki şartlara, durumlara aykırı olan yeni şartlar ve durumlar yaratır. Kendi özünde değişmez ve sabit olan bir şey ile kendi özünde değişken ve akışkan olan bir şeyin birbiriyle uyuşması, bir araya gelmesi nasıl mümkün olabilir?
Caddelerin kanarında belli bir noktada dikilen elektirik ve telefon direklerinin sürekli caddelerde dolaşan ve her an farklı bir noktada bulunan otomobillerle uyuşması mümkün olabilir mi? İki yaşındaki bir çocuk için dikilmiş bir gömleği, aynı çocuk yirmi yaşına kadar o gömleği kullanabilir mi? Gömlek yirmi yıl boyunca aynı gömlektir fakat çocuğun bedeni aydan aya, yıldan yıla büyüyerek boyutları artış halindedir.
Gerçek şu ki yukarıdaki argümanda bir tür mugalata ya da safsatanın kullanıldığını görüyoruz; zira zamanın her şeyi, hatta kainatın hakikatlerini yıpratan ve eskiten nitelikte olduğu varsayılmıştır, oysa zamanın eskitip yenilediği şeyler, madde ve maddi birleşimlerlerdir.
Bir bina, bir bitki, bir hayvan ve bir insanın yıpranması ve zeval bulması kaçınılmazdır; ama kainatın hakikatleri değişmez olan sabit hakikatlerdir.
Acaba, Pisagor cetveli, iki bin yıl önceye aittir diye eskimiş mi oluyor? Ya da Sadi’nin “Adem’in çocukları bir bedenin azalarıdır, aynı cevherden yaratılmışlardır” şeklindeki sözü, 700 yıl önce söylenmiş diye geçersiz ve amel edilmez bir söz mü oluyor? Acaba, adalet, mürüvvet, vefakarlık ve iyilik binlerce yıldır dilden dile dolaşıyor olması nedeniyle eskimiş mi oluyor? Pisagor cetvelinin ömrü kaç bin yıllıktır veya Sadi’nin sözü yediyüz yıllık bir ömrü vardır demek, yanlıştır. Pisagor cetvelinin veya Sadi’nin söylediği şiirin içeriği, ezeli ve ebedi olan hakikatlerdir ve onlar sadece bu hakikatleri dile getirmişlerdir, o kadar.
Elektirik, uçak ve astronot çağının kanunları eşek, katır, at ve yağ lambası çağının kanunlarıyla aynı olamaz diyorlar. Şüphesiz, elektirik ve astronot çağında yaşanan yeni meseleler vardır ki yanıtlarını bulmaları gerekir ancak sırf elektirik yağ lambasının ve uçak eşeğin yerini almış diye, bunlarla ilgili alım satım, gasp, kefalet, ipotek vs gibi hukuki meselelerin de tamamen değişmesini gerektirecek veya önceki asırlarda valideynler, çocuklar ve eşler eşeğe biniyorlardı ama şimdi uçağa bindikleri için valideynin çocuklar üzerindeki hakları ve çocukların valideyn üzerindeki hakları, keza eşlerin birbirine karşı hukukunu asrımızda tümden değişmesini icap edecek bir zaruret söz konusu değildir.
İslam yoldur; menzil ve durak değil. Kendini yol (sırat-ı müstakim) olarak tanımlayan bizzat İslam’ın kendisidir. Menziller, duraklar değişiyor diye yolun da değişmesi gerektiğini söylmek, doğru değildir.[1]
Mekke’ye mi Şanghay’a mı!?
Hülasa, araçların ve kalıparın birçoğu değişime uğramış ve bilimler gelişmiş olsa da değerler, usul ve ilkeler çoğunlukla hala yerinde sabittir ve değişmezdir; örneğin, insanlara hizmet etmek her zaman bir değer olmuştur ve olmaya da devam ediyor, edecektir. Fakat zamanın şartlarına göre hizmet etme biçimi değişebilir; mesala, bir zamalar Hz. Ali (a) bu alanda, kuyu kazıp vakfediyordu; ama çağımızda bunun yerine, okul ve hastane yapılabilir ve yapılmasına ihtiyaç vardır.
Ayrıca, zamanın geçmesiyle değişmeyen ve değişmeyecek olan bazı kalıplar bile vardır; mesala, Allah’a ibadet temel bir ilkedir ve bu ilkenin kalıplarından biri namaz kılmaktır; Peygamber (s.a.a) namazı nasıl kılmışsa ya da nasıl kılmamızı (fıkıhta gelen ayrıntılarıyla birlikte) istemişse bizim de aynen öyle kılmamız gerekiyor. Burada da, zaman değişmiş diyerek gelin namazı başka şekilde kılalım veya bizimle Arabistan’ın arası limoni olduğu için namazı Şanghay’a doğru kılalım, diyemeyiz.
Araştırmacı ve yazar Muhammed Rıza Ateşînsedef
Rasa News
Çev: Mehmet Gönül
Welayet News
[1] Şehit Mutahhari Külliyatı, c. 21, s. 21-25 (cüz’i bir kısaltma ve tashih yapılarak iktibas edilmiştir).
Yeni yorum ekle