OYUN BİTTİ !
Welayet News - Irak’ın İran’a dayattığı sekiz yıl savaşın bitişiyle Ortadoğu göreceli bir istikrara kavuştu. Bu dönemin istikrarı özellikle son dönemle kıyasladığımızda daha da belirgin oluyor.
Gerçek şu ki Oratdoğu bölgesi sürekli olarak tarih boyu savaşlara ve facialara tanık oldu. Bu bölgede ülkelerin birbirleriyle savaşmadığı ya da iç savaşlar yaşamadığı ya da uluslararası savaşlara müdahil olmadığı dönemler pek görülmemiştir. İran ve Irak savaşından sonra Körfez savaşı dahil hiç bir zaman ateş bu son yıllarda olduğu gibi bu derece yayılmadı.
Son altı yılda Batı Asya kanlı bir savaşa tanık oluyor, bu ateş islami direnişten kaynaklanıp Mısır, Libya ve Bahreyn’de alevlenmiş olsa da giderek Suriye’ye varıp Beşşar Esad’ın hükümetini hedef aldı, ordan savaş yorgunu Irak’a sıçradı, yeniden Baasçılar bir tehlikeli unsur olarak sahneye geldiler. Ardından Yemen’in iç savaşa bulaştığına tanık olduk. Lübnan ise hala hükümetsizlilten kurtulamadı. Filistinliler ve İsraillerin çatışmaları üçüncü intifadayla neticelendi. Öbür tarafta Afganistan yeniden Taliban’ın artan şiddetine maruz kalıyor. Afganistan ile Pakistan ilişkileri geçen yıllara nazaren daha da sorunlu hal buldu.
Ortadoğu’yu sarıp kavruyan ateş Avrupa’nın kalbine kadar uzayıp onlarca ölüyü Fransa hükümetinin avucuna bıraktı.
Tüm bunları yanyana bırakır büyük devletlerin bu bölgede çıkar için diplomatik rekabetini de eklerseniz Ortadoğu’nun barut fıçısına döndüğünü görürsünüz.
Bu arada sahnenin önemli oyuncularından biri Türkler oldu. Türkler ancak son on yıl içerisinde ekonomide istikrarı ve yanısıra iç güvenliği ciddi anlamda sağlayabildiler. Türkiye son yıllarda emperyalizme karşı direnen bir devlet olarak göründü; İran’ın nükleer hakkını bir bağlantısızlar üyesi olarak destekledi. Davos’da Perezi soykırımla suçlayıp itiraz anlamında toplantıyı Erdoğan terk etti. Miyanmar’da müslümanlar katledildiklerinde ve Çin’de Uygur Türkleri baskı altına alındıkalrında Miyanmar ve Çin hükümetlerine itiraz etti. Tüm bunlar zahiri de olsa Türkiye’ye haklı bir imaj veriyor ve müslüman halklar arasında Recep Tayyip Erdoğan’a sempati kazandırıyordu.
Hatırlatılmalı ki o yıllarda da bazı siyasi analistler tarafından Türkiye’nin Siyonist rejimle ihtilafının ciddi olduğu tartışılıyordu. Çünkü Ankara’da ne Siyonist rejimin elçiliği kapatıyordu ne de Ankara kendi elçisini geri çağrıyordu. Ya da Mavi Marmara hadisesinden sonra Türkiye ile Siyonist rejim arasında ticarette bir azalma görünmüyordu. İran’ın nükleer dosyası macerasından dolayı Türkler büyük maddi kazançlar elde etmelerine rağmen İranı desteklemede geri duruyorlardı.
Ve nihayetinde Türkiyenin diğer yüzü aşıkar oldu. Suriye’de savaş başlayınca Beşşar Esad’ın hükümetine karşı düşmanca ve en sert tavır alan Erdoğan oldu. Esadı düşürmek için silahlı muhalif gruplara elinden gelen yardımı ardına bırakmadı. Esadı düşürme hedefi uğruna hatta İran’a karşı muhalefet yapmaya başlayıp İslam Cumhuriyeti’ne karşı düşmanca ve aşırı açıklamalar yaptı. Daha sonra Daiş (IŞİD) Irakta güç sahibi olunca görünüşte Türk hükümeti Daiş’le bağlantısını inkar etse de tüm uluslararası gözlemciler Türkiye’nin Daiş’in başarlı olmasında etkili rol oynadığını ve perde arakasından her yönden Daiş’e yardım kavuşturduğunu biliyordu.
Hikaye nedir? Bir kaç yıl önce direnişin savuncusu olarak görünen Türkiye nasıl oldu da direniş ekseninin karşıtına döndü? Neden Türkiye şimdi Siyonist rejimin hazrıladığı zeminde oynamaya karar verdi? Neden kaç yıl önce İran ile Türkiye ilişkileri giderek iyileşirken şimdi müzakere masasında karşı taraflarda oturuyorlar?
Bu soruların yanıtı açıktır: Türkiye kendi çıkarlarını düşünüyor, bölgede daha makul ve daha güçlü olmak için her şeyi yapabiliyor. Türkiye’nin uluslararası davranış türünü İslam Cumhuriyeti’yle kıyaslama yanlış olur. Çünkü İran gerçketen emperyalist karşıtıdır ama Türkiye bunu çıkarı için bir araç olarak gördü. Çıkarı için emperyalist karşıtı rolünü bir kaç yıl oynamaya karar verdi, böylece bölgede bir çok müslüman halkın teveccühünü kazanmak istedi ve bu doğrultuda başarlı da oldu. Bu oyunu oynarken bile Siyonist rejimle köprüleri yıkmayıp ilişkilerini pekiştirmeyi sürdürdü.
Şimdi ise İran İslam Cumhuriyeti’nin giderek artan bölgesel iktidarına dayanamayıp direniş cephesinin bir başka üyesinin üzerine giderek İran’a ağır bir darbe vurmayı düşünüyor.
İran İslam Cumhuriyeti’nin iktidarının bölgede artması Türkler için bir tehdittir. Bundan dolayı Suriye halkını savunma bahanesiyle direniş eksenine karşı cephe alıyor. Esad’la mücadele adı altındak aslında hem kendine rakip gördüğü İran’ı zayıflatmayı hem içerdeki Kürt muhaliflerini susturmayı planlıyor. Tüm bunların arkasında hala büyük Osmanlıyı tecdit etmeyi de göz ardı etmiyor.
Özetle; Perez’e karşı sert tepki vermesinden, Ahmedinejad’la toklaşamasından Beşşar Esad’a kaşrı cephe almasına kadar tüm oyunlar Erdoğan’ın birbir öne sürdüğü hamlelerdi. Erdoğan artık ‘modern Trükiye’nin Sulatını’ olarak anılıyor, hitabesi 19. Asrın Avrupalı liderlerini andırıyor. Mahmut Abbas’ı karşılarken diplomatik bir dekorla Dünyaya Osmanlı hükümdarlığını hatırlatıyor.
Erdoğan’ın sağ kolu ve Yeni Osmanlı teorisini geliştiren isim olarak bilin Ahmet Davutoğlu’dur. Davutoğlu’nun yeni Osmanlı fikrinin iç ve dış boyutları vardır: içeride güvenlği sağlamak ve dışarda ulsulararası bir devlete dönüşmek.
AKP ilk yıllarında Erdoğan-Gül ikilisinde ekonomi programlara odaklandı. Yıllar sonra Türkiye nisbi bir ekonomi istikrara vardı. İç güvenliği sağlamada başarlıydı ve halk güvenlik yüzü gördü. Bunlara dayanarak ardarada seçimleri kazandı. Halkın güvenini ele geçirebilmişti ve hala da bu güven nisbi olarak devam ediyor. Son seçimde AKP’nin aldığı yüksek oy Türk halkının çoğunluğunun söylenen iki faktör temelinde oy kullandığını gösteriyor: ekonomide ve güvenlikte istikrar.
Bu iki alanda başarı ‘Yeni Osmanlı’ fikri için ilk adımlardır, sonraki aşama ise uluslararası bir güce dönüşmektir. Erdoğan bu aşamaya kavuşma için her şeyi yapmaya hazır. Bugün siyonistlere karşı tavır alır ve emperyalist karşıtı imaj verir, ertesi gün emperyalsit karşıtı Suriye’ye tüm gücüyle yüklenir. Erdoğan için bizimle olan ve olmayanlar diye bir ayrım yoktur, güç gösterişi için her fırsatı değerlendirir.
Ulsulararası bir güce dönme hedefine varma, içeride güvenliği sağlama kadar kolay olacak mı? bu soruyu yanıtlama kolay olmayacak.
Çev: Emir Sina
Welayet News
Yeni yorum ekle