Macron’un ahlaksızlığı ve Fransa, Amerika ve İngiltere eksenli yeni faşizmin zuhuru
Bu günlerde Batı’nın hedefli ve sistematik İslamofobisi, liberalizmin yenilgisini geçmişten daha çok ve bu kez kültürel alanda açığa çıkaran bir gerçekliğe delalet ediyor; yaşanan bu dağınıklık ve savrulma liberalizmin, faşizmle mücadele iddiasına rağmen, bizzat faşist bir yaklaşım ve prosedüre yönelmesine neden olmuştur.
Welayet News - Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron son günlerde bir kez daha İslam karşıtı tutumuna vurgu yaptı. Macron, İslami kutsallara ve aziz İslam Peygamberi’ine (s.a.a) yönelik hakaret içerikli karikatürleri yayınlayan neşriyatı desteklediğini açıklayarak, buna engel olmayacağını söyledi.
Macron bu yılın Ekim ayının başlarında ise, İslam’ı dünyanın her yerinde ‘kriz yaşayan’ bir din olarak tanımlamış ve ‘İslamcı ayrılıkçılık’ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylemişti.
Tahminlere göre yaklaşık 6 milyon Müslüman nüfusu bulunan Fransa, Batı Avrupa'da Müslüman nüfusun en yoğun yaşadığı bir ülke. Fransa kendisini, devlet ile din ve dini kurumların birbirinden ayrıldığı laik ve seküler bir ülke olarak görmektedir. Bu ilke ile amaçlanan temel hedef ise, çeşitli dinlere ve inançlara mensup insanların kanun karşısında eşit olmasıdır. Ancak Fransalı Müslümanların birçoğu, bu ülkedeki siyasi sistemin sekülerizmi kullanarak kendilerini kısıtlamayı ve hedef haline getirmeyi amaçladığını düşünüyor ve örnek olarak da başörtüsünün yasak ilan edilmesini gösteriyorlar.
Başta Cumhurbaşkanı Macron olmak üzere Fransa’daki üst düzey siyasi yetkililerin izlediği prosedür, İslam dinini diğer dinlerden ayırıp defalarca İslam’a karşı cephe aldıklarını göstermiştir.
Fransa devleti bazı İslami merkezlerin kapatılması, ev eğitimlerinin kısıtlanması, spor organizasyonlarıyla derneklerin sıkı şekilde izlenmesi, diğer ülkelerden Fransa'ya dini misyonerlerin gönderilmesinin yasaklanması ve camilerin finansmanının kontrol edilmesi gibi bir dizi ekstra kısıtlamaları bu ülkede Müslümanlara karşı uygulamak istiyor.
Fransa hükümeti Ocak ayından bu yana 74 cami ve İslami merkezi kapattı. Bunun en son örneği, hakaret içerikli karikatürleri gösteren öğretmenin eleştirilmesi yüzünden Paris’in banliyölerinden Pantin’daki Ulu Cami’nin kapatılmasaydı. Fransız yetkililer daha önce, diğer ülkelerden gelen 231 kişiyi sınır dışı etmeyi planladıklarını söylemişti.
Pakistan Başbakanı İmran Han, Macron’un tutumlarına tepki gösterdiği bir tweette, şöyle yazdı: “Bir liderin ayırt edici özelliği, halkın arasına tefrika sokmak yerine, Mandela gibi onları birleştirmektir. Şimdi zaman, Macron’un daha fazla kutuplaştırmanın değil, ortamı sakinleştirerek radikallere yolu kapatması zamandır. Marjinalleştirmek kesinlikle aşırılığa yol açacaktır”.
İmran Han’ın Macron’un açıklamalarını eleştiren tweeti, Fransa Cumhurbaşkanı’nın Müslümanlar da dahil çeşitli dinlere mensup insanları birleştirmek yerine, Müslüman ve gayrimüslim tefrikası ve kutuplaşması peşinde olduğunu da ima ediyor. Tweetin sonunda ise böyle bir sürecin ve Müslümanların marjinalleştirilmesinin radikalizmin güçlenmesine yol açacağını söylüyor. Pakistan Başbakanı’nın değindiği bu nokta ve uyarısı, Fransa Cumhurbaşkanı’nın da gerçekte istediği şey olabilir; Müslümanlara karşı daha rahat ve daha fazla zorluk çıkarıp onlara karşı ‘ötekileştirme’ projesini uygulayabilmek için bunu istemiş olabilir.
Batı’nın İslamofobik ve İslam karşıtı girişimleri, politikaları yeni bir şey değil ve 21. yüzyılın başlarından itibaren yeniden şiddetlenmiş bulunuyor. Bu nedenle, bu gidişat hedefli ve planlı bir sürecin bir parçası olarak görünüyor.
ABD, 21. yüzyılın başlarında ve 11 Eylül’ün şüpheli (ikiz kulelerin vurulması) olayından sonra İslam karşıtı yeni bir dalga başlatan ve buna ‘terörizme karşı savaş’ adını veren ülkelerin başında geliyordu. Daha olayın ilk saatlerinde kameraların karşısına geçen o zamanki Amerikan Başkanı George W. Bush, Müslümanları teröristlerle aynı karede çizdi. O, bu maskenin arkasına saklanarak Afganistan'a, Irak’a saldırdı. Onun ardılı da devraldığı yolu sürdürdü Trump'ın başkanlık dönemine kadar ve onun döneminde ise bu ülkenin siyasi sisteminin Müslümanlara karşı düşmanlığı daha da açığa çıktı. Başkanlığa geldikten sonra Trump'ın ilk attığı adımlardan biri, bazı Müslüman ülkelerin vatandaşlarının Amerika'ya girişinin yasaklanması –ki Muslim Ban olarak adlandırılmıştı – oldu. İş o kadar çığırdan çıktı ki, Amerika’daki kimi elitlerin bile sesi çıkmaya başladı. Gerekçeleri de politikaya karşı çıkmak değildi, belki açıktan ve medeni örtüye büründürmeden bu işe el altılmasıydı.
Amerika'da Müslümanlara karşı ayrımcılık ve saldırganlık bu ülkede kurumlaşmış olup çeşitli boyutları bulunuyor; Kuran’ı yakmaktan tutun ta Müslümanların ictimai, siyasi ve ekonomik alanlarda bulunmalarının engellenmesine kadar.
İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın da İslam karşıtı tutumlarda uzun bir geçmişi bulunuyor. Johnson, 2005’te Spectator dergisinde çıkan bir makalesinde, “İslamofobi, gayrimüslimlerin İslam’a ve Kuran’a gösterdiği bir ‘doğal tepki’dir. Müslümanlar ‘sorunun İslam’da olduğunu’ kabul etmelidir” zırvasını yazmıştı.
Guardian gazetesi yaklaşık 9 ay önce yayımladı bir yazıda “Johnson döneminde İslamofobi yeni bir şeytani düzeye ulaşacak” diye yazmıştı.
Hükümetin göç, aşırılıkla mücadele vs. konulardaki planlarının konu edindiği yazıda, şu anki İngiliz hükümetinin planları neticesinde Müslümanların kendini güvende hissetmeyeceği belirtilmişti.
Liberalizmin faşizmi
İlginçtir, Fransa başta olmak üzere kendilerini demokrasinin beşiği gören Batılı ülkeler, aşırılık ve radikalizmle mücadele adı altında Müslümanlara karşı radikal politikalara yönelmiş bulunuyorlar. Böyle bir süreç, ifade özgürlüğü, ayrımcılık ve ırkçılıkla mücadele konusundaki sloganlarıyla örtüşmüyor. Aslında Batı dünyasının liberalizmi açıkladığı politika ile uyguladığı politika arasında fahiş bir çelişki icat etmiş durumda. Söylemde kültür, demokrasi ve medeni tolumdan konuşup bunların gelişmesi için çeşitli kurumlar oluştururken, pratikte ise medeniyet, demokrasi ve kültürden eksiltmek veya bunları saptırmak için tüm çabalarını seferber etmişlerdir.
İslam’ın yayılması ve liberalizmin İslam’la husumetinin kökenleri
Batı liberalizminin İslam’la husumeti tarihi bir kökene dayanır; zira kendini başarılı bir model ve İslam medeniyetinin alternatifi olarak kabullendirmeye çalışır. Ne var ki bu model siyasi, içtimai ve kültürel alanlarda çıkmaza girmiştir. Diğer bir deyişle, Batı’nın bu günkü paniklemesi liberalizmin giderek derinleşen çöküşü karşısında kapıldıkları endişenin bir sonucudur ve bu günlerde onların düşünce mahfillerinde bu konunun tartışması duyulmaktadır.
Batı’nın gerginliğinin diğer bir nedeni de, İslam’ın yakın bir gelecekte küresel düzeyde diğer dinlerin önüne geçecek olmasıdır.
Dini nüfustaki değişim oranına ilişkin Batılı bir tahmin, 2010 ile 2050 arasında Müslümanların yüzde 73 ile en hızlı nüfus artışına sahip olacağını gösteriyor. Nüfus artış hızı %35 ve hatta Müslüman nüfus artışının yarısından az olan Hıristiyanlar ikinci sırada yer alıyor. Aşağıdaki resme bakın.
Küresel süreçlerin incelenmesinin gösterdiğine göre, 2070 yılından sonra dünya sathında Müslümanların nüfusu Hıristiyanların nüfusunu geçecek. Batılı tahminlere dayanan aşağıdaki tablo bu noktayı göstermektedir.
İslam ve Müslümanların günbegün yayılıp büyümesi, liberalizmin söylemi ile pratiğindeki çelişkinin daha da görünür olmasına neden olmuştur. Bu, liberalizmi hezimete uğratıp faşist yüzünü ortaya çıkaran bir fenomendir.
Korkağın endişesi ve İslam dünyasının tepkisi
İslami kutsallara yönelik hakaret genel olarak halkın veya bazı Müslüman ülkelerin yetkililerinin tepkisi ile karşılaşmıştır. Son vakada, Fransız Cumhurbaşkanı’nın hakaretine tepki olarak, Fransız mallarını boykot etmek için bir dizi hareketler ve hashtagler ortaya çıkıt; Kuveyt, Ürdün ve Suudi Arabistan’dan tutun diğer ülkelere kadar. Katar’daki zincir marketler ve dağıtım şirketleri de bu ürünlerin mağazalardan toplanıp dağıtılmayacağını duyuran bir açıklama yaparak Fransız ürünlerinin isimlerini duyurdu.
Tepkilerin kapsamı Müslüman ülkelerin ekonomik ve coğrafi havzasının ötesine geçip giderek genişlemektedir.
Bu arada Fransa Dışişleri Bakanlığı, İslam ülkelerini Fransız mallarının satışına getirilen yasağı kaldırmaya çağırdı. Zor durumda kalan Macron da Arapça bir tweet yayınlayarak, “Asla pes etmeyeceğiz. Barış ruhu içinde tüm farklılıklara saygı duyuyoruz. Nefret söylemini kabul etmiyoruz ve mantıklı tartışmaları savunuyoruz. Her zaman insan onurunun ve evrensel değerlerin tarafında olacağız” ifadelerini kullandı.
Bu olaydan çıkarılabilecek yorum şudur: Müslümanların İslamofobiye karşı birlik ve insicamı İslam karşıtlarına ağır bir maliyet dayatılabilir. Belki de Batı dünyasının ve gerileyen liberalizmin İslami kutsallara hakaret etmenin ve Müslümanlara karşı zorbalık yapmanın artık maliyetsiz, bedelsiz olmayacağını anlamasının zamanı gelmiştir. Böyle bir olay devam edip daha fazla insicamlı hale gelmesi durumunda, İslam dünyasında bir dönüm noktası olabilir ve genişlemesinin avantajını Müslümanların ve mazlumların haklarının elde edilmesi için kullanmak mümkündür.
Çeviri: Mehmet Gönül
Welayet News
Yeni yorum ekle