‘Dünün mücahitleri bugünün müteahhitleri oldu, dünün mücahide bacıları bugün modanın öncüleri oldu, dünün gözde hocaları ihale peşinde koşan tacirlere dönüştü’
Milli Gazete Yazarı Fatma Tuncer, ‘Bedeli ne olursa olsun inandığımız gibi yaşamak zorundayız’ dediği bugünkü yazısında Türkiye’deki dindar kesimin önemli bir kısmının geldiği tehlikeyi noktaya dikkat çekti.
Welayet News - Milli Gazete Yazarı Fatma Tuncer, ‘Bedeli ne olursa olsun inandığımız gibi yaşamak zorundayız’ dediği bugünkü yazısında Türkiye’deki dindar kesimin önemli bir kısmının geldiği tehlikeyi noktaya dikkat çekti.
Görmüyor musunuz?
Bugün yaşadıklarımız dün yaptıklarımızın sonucuydu. Fakat nedense hatayı hep görünmez dağlarda aradık ve hayatımızın muhasebesini yapmaktan kaçındık, hatalarımızın üzerine betondan setler ördük. Derin tespitler yaptık, hamasi ifadeler sarf ettik fakat sözü eyleme dönüştüremedik. Bugün yaşadıklarımız dün yaptıklarımızın sonucuydu… Allah (c.c.) “Gevşemeyin, üzülmeyin eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersin” buyurdu ve sıratı müstakime vurgu yaptı. Fakat bizler her konuda gevşeklik gösterip mağlubiyeti galibiyet zannettik. Bu durumdan cesaret alan düşman, teknolojide, fende, tıpta, bilimsel sahada aldı başını yürüdü ve güç elde ettikçe masumlar üzerindeki baskılarını arttırdı. Güç Firavun taraftarlarının eline geçince medeniyetler üstü değerlere sahip olan İslam toplumları küresel güçlerin kölesi haline geldiler.
İslam coğrafyasında yaşanan işgallerin, katliamların, ekonomik, kültürel ve siyasi baskıların giderek artmasında Allah’ın “gevşemeyin” emrine rağmen rehavete kapılmamızın etkisinin olmadığını mı sanıyorsunuz? “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, tefrikaya düşmeyin, onun sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın” (Al-i İmran, 103) emrine rağmen etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden birbirimizi ötekileştirmemizin ve savrulmamızın sonucu değil midir bu? İslam’ın asli değerleri ekseninde birleşmek ve kenetlenmek yerine ocu, bucu, şucu diyerek birbirimizi düşman ilan etmemizin bizlere neleri kaybettirdiğinin farkında mısınız? Miskinlik, boş işler peşinde sürüklenmek, enaniyet, kibir, dünyevileşme, tefrika, kendini bilmezlik ve sorumsuzluğumuzun sonucunda düşman hanemize kadar girdi, büyük kıyımlar yaptı ve bizi reflekslerini kaybetmiş kölelere dönüştürdü… Peki, bizler ne yaptık? Bizler kendimizle yüzleşmek yerine savunma mekanizmaları üretmeye devam ettik. Yaptıklarımızın ya da yapmadıklarımızın kritiğini yapmak yerine başımızı kuma sokup gerçeği görmekten kaçındık. Peki, sonra ne oldu? Sonra yaptıklarımız ya da yapmamız gerekirken yapmadıklarımız bize ağır kurşunlar, öldürücü virüsler, ceza ve yaptırımlar olarak geri döndü.
Yenilgiyi zafer zannedip naralar atarken çağın Firavun’ları tuzak kurmuş bekliyordu. Fakat anlamadık, anlamak istemedik… Allah’ın haram kıldığı fiillere meylederken vicdanımızı rahatlatacak gerekçeler ürettik ve bu gerekçelere inanmakla kalmadık başkalarını da ikna etmeye çalıştık. Bir kereden bir şey olmaz dedik faize bulaştık, Müslüman gösterişli olmalı dedik lüks ve şatafata, israfa yöneldik, torpilciliği meşru görüp liyakati terk ettik, aklı çalışan çocuklarımızı Batı’ya kaptırdık ve sadece manevi alanda değil maddi alanda da yoksullaştıkça yoksullaştık.
Bütün variyetini kaybetmiş bir yoksula dönüştük. Dünün mücahitleri bugünün müteahhitleri oldu. Dünün mücahide bacıları bugün modanın öncüleri oldu, dünün gözde hocaları ihale peşinde koşan tacirlere dönüştü. Dindarlar güç elde edince başkalaştılar ve dün savunduklarını bugün modası geçmiş bir gömlek olarak görüp çıkardıklarını iddia ettiler.
Mülk sevgisi ablalarımızın ve ağabeylerimizin başını döndürdü, tevazuun bulaştığı her şeyi terk ettiler ve şaşalı hayatları ile arzı endam etmeye başladılar, makam sevdasına kapıldılar, kibir ve gösterişi özgüven olarak lanse ettiler. Kul hakkını hafife aldılar ve yüreklerimiz yoksullaştıkça hayatlarımızın şatafatı ve kibrimiz arttı…
Başta da dediğim gibi bugün yaşadıklarımız dün yaptıklarımızın sonucudur. Dün yaptıklarımızın telafisi ise doğru inanmak, doğru anlamak, doğru bakmak ve doğru bir strateji belirlemekle mümkün olabilir. İnandım demek tek başına yeterli değildir, bedeli ne olursa olsun inandığımız gibi yaşamak zorundayız. Yoksa bülbüllerin sustuğu yerde kargalar ötmeye devam edecektir bundan emin olabilirsiniz.
Yeni yorum ekle