Hüseyin'i Kıyam'a Sağır Kalanlar

Pt, 06/03/2017 - 14:41

Hüseyin'i Kıyam'a Sağır Kalanlar

Eselamu aleyke ya eba abdılahil Huseyn

Esalamu aleyke ya evladul Huseyn

Eselamu aleyke ya eshabul Huseyn

Ey dinin bekası için paramparca edilen yiğit. Selam olsun sana Allah‘ın dinine yardım eden asil bacına soyuna davana ve de kalbleri hak aşkıyla çarpan Kerbela‘nı bu günlere taşıyan dünün bugunün ve de yarının tüm Hüseyni‘lerine selam olsun. Din bayrağını gayret ve canlarıyla dalgalandıran Allah‘ın ölümsüz erlerine.

İmam Hüseyin öyle bir şahsiyetirki peygamberi ekremin varisidir. o bizzati hiç bir şeyi nefsinden söylemeyen peygamberi ekrem tarafından tanıtılmış vasiyet edilmiştir. ‘Huseynun minni ve ena min Huseyn.’ Hüseyin bendendir ve bende Hüseyin’denim. Hakikat suyuyla kirlerinden arınamayan ümmet bunu idrak edememiştir bunun ispatı Kerbela’dır.

İnsanın ne kadar ömür sürdüğü bir değere haiz değildir ama ömründe anladığı şey çok değerlidir ve imtihan günü geldiğinde aldığı karar ömrü boyunca anladığı şeyin kendisidir. İmam Hüseyin büyük bir mazlumdur ve eşi görülmemiş bir dilaverdir. Her gün tekrar edilmesi gereken her an fikri zikirde olması gereken Kur’an‘dır çünkü hak ve batılın aynasıdır „la ilahe illallah. “Allah onu pak kanıyla manalanmıştır odur fitne denizinin önünde duran Peygamberi Ekrem onun için buyurmakta: Bu oğlum Hüseyin nuhun gemisi gibidir ona binen kurtulur ondan yüz çeviren helak olur. Bu bir hakikatir ancak burada bir nokte vardır dikkat edilmeyen bu gemi nasıl İmam Hüseyin‘e intikal eder, peygamberin sözünde asla bir zevval düşünülemez. İmam Hüseyin nasıl bir amele bu geminin kaptanlığına seçilmiştir. Nuh (a.s) ki yakarışına içabet edildi geminin kerestesinde kullanılacak ağaçların yetişmesi geminin yapımı yetmiş yıl sürdü. 950 yıl bezmeden usanmadan demirden bir iradeyle hakkı anlatı ve Peygamberi Ekrem buyuruyor: Geminin kaptanı oğlum Hüseyin’dir. Söz anlamayan taş kafalı kalbleri kap karanlık bir kavme nasihat eden bir peygamber ve onun kurtuluş gemisi ve ona tain edilen kaptan Hüseyin bin Ali. Eğer gerçekten tarafsız ve vicdani bir tefekkürle incelersek Muaviye‘nin hilesiyle başlayan ve İmam Hüseyin‘in şehadetine kadar olan sürecin Nuh (a.s)‘ın  950 senesine eş değer ızdırap ve meşekate haiz olduğunu söylersek mubağala etmiş olmayız. Hata diyebiliriz ki İmam Hüseyin‘in misyonu daha ağırdı. Nuh (a.s) putperest bir kavmi hakka çağırıyordu, İmam Hüseyin ise müslümanlık libasına bürünmüş bir kavme hakkı tebliğ ediyordu ve her iki kavimde sağırlığı hakkı duymaya terçih ediyorlardı. Nuh (a.s) konuştuğu zaman kavminin kulaklarını tıkayıp yeter artık söyleyip durduğun azabını getir dedikleri rivayet olunur

İmam Hüseyin ise Kerbela‘da nasihat etmek istediğinde davullar çalınırdı. İmam Hüseyin dini Muhammed‘i hakka sağır olmayı benimsemiş bir kavme tepliğ ediyordu. Nuhun gemisinin kaptanıydı ama ne yazık ki ümmetin zulme çanak tutan sağırlığını aşamıyordu, bu sağırlık ve  körlük nasıl meydana geldi ve böyle bir hal aldı ki peygamber hanedanını tehdit altına aldı ve üstelik din adına onları hedefe koydu.

Bu ihanet desise ve acı dolu bir serüvendir ama müslümanlık iddasında bulunan insanlık iddasıyla orta yere gelen her akıl sahibi beşerin başkalarına değil kendine cevaplaması gereken sorudur. Çünkü bu temeldir yürünecek yolun terçihidir iradeyi cüziyedir akıl sahiplerine verilip onlardan gereği istenen. İmamın kıyamına baktığımızda bütünlük içinde olan bir tepliğ görürüz, pasif direnişe son veren bir tebliğ ve bu Ebu Süfyan‘ın oğlu hileler üstadı Muaviye‘nin helakatıyla başlayan bir süreçtir Muaviye tıpkı babası Ebu Süfyan gibi şartların getirdiği zorunluluklardan İslam‘ı kabul eder Muhammed‘i dinin Arap Yarımadasına hükm etmesiyle Peygamberi Ekremin dininde olma zorunluluğunu yaşar yüzeysel İslam‘ı yozlaşıyı amaçlarına hizmet edecek bir dinin alt yapılarını oluşturmaya başlar. Gadiri Hum hadisesiyle Allah‘u teala nimetini tamamlar Peygamberi Ekrem yerine geçeçek olanı belirler. Kardeşi Ali bin Ebu Talib‘i kendisinden sonraki vasisi ilan eder. ‚Ben kimin mevlasıysam Ali‘de onun mevlasıdır‘ saltanat dinine gönül vermiş düşman ağlarını hızla kurar Peygamberi Ekremin irtihaliyle beni sakife planı yürürlüğe konur. Allah‘ın kitabına peygamberin sünnetine aykırı bir biat gerçekleşir. Bu öyle bir hamledir ki Haydar-ı Kerrar‘ın kularını bağlayıp zülfükarı duvara astırır. Peygamberin göz nuru Fatimatül-Zehra bizzat babasının minberine çıkarak bu zulmü dilendirir ve Ehl-i Beyt‘i peygamber tüm ömürleri boyunca bu fitnenin önünü canlarıyla almaya çalışır, bugün dahi dökülen kanlar o sürecin getirileridir.

Fatımatu-Zehra‘nın mazlumane şehadeti ve defni İmam Ali‘nin şehadeti, İmam Hasan‘ın uğradığı musibetler ciğerini parçalayan fitne budur. Beni Ümmeyye‘nin saltanat dini tarihler hicri 60 yıllına geldiğinde Beni Ümmeyye‘nin devesi çoktan yularını koparmştı ve din bir puta dönüştürülmüştü. Ebü Süfya‘nın saltanatı Şam‘da ve de Beni Ümmeye valileri ya da onların hizmetkarları tarafından İslam beldelerinin hemen hemen hepsinde ipleri ellerine almıştı. Muaviye‘nin İmam Hasan‘la yaptığı barış hiç tanınmamış barış mührü basılır basılmaz Kufe mescidinde barış ayaklarımın altındadır denilerek çiğnenmiştir. Anlaşmanın tümü yani her beş maddeside ihlal edilmiştir, bununlada kalınmamış İmam Hasan‘ın evindekinler dahi yoldan çıkarılarak o mümtaz peygamber reyhanesi ciğeri parça parça edilerek şehadetine sebeb olunmuştur.

Bununla da kalmamış İslam‘a büyük bir zulüm daha ederek liyakatsiz ve fasık oğlunu ümmete halife tain ederek Kerbela katliamının önünü açmıştır ve müslümanlar bu sürece gafil kalmışlardır. Kerbela ya giden süreç kısaca böyle oluşmuştur. Muaviye‘nin ölümü Yezid‘in onun yerine geçişiyle İmam Hüseyin‘in dokuz yıllık pasif cihat dönemi bitter ve aktif cihat dönemi başlamış olur. Ruhu alınmak istenen dinin fatihasını İmam Hüseyin‘e okutup cenaze namazını İmam Hüseyin‘e kıldırıp defn etmek isterler. Peygamberi Ekremin ebter olmasını isteyen ve ona sevinen zümre Küreyş müşriklerinin zihniyeti iş başına geçer Yezit işbaşına gecer geçmez tüm valilerine ve de Medine valisi Velit bin Utbeye bir mektup yollar, kısaca mektupta makamlarını baki kılarak babasının daha önceden kendisi için aldığı biatları hatırlatır ve halktan kendileri için biat almalarını emr eder. Mektuba bir not daha düşer üzellikle Hüseyin bin Ali‘den biat almasını katıyetle vurgular, biat alırken ona sert davranmasını biat alana kadar rahat bırakmamasını eğer biate yanaşmasa başını bedeninden ayırak Şam‘a yollamasını kati suretle belirtir. Velit ise mektubu aldığı günün akşamı Muaviye‘nin eski Medine valisi Mervan bin Hakem‘le istişare eder. Mervan ona şöyle der: Muaviye‘nin ölüm haberi şehre yayılmadan onu çağır ve biat al. Velit hemen harekete geçerek habercilerini yollar. Velidin habercisi peygamberin meclisinde İmam Hüseyin ve Adullah bin Zübeyr‘e bu haberi ulaştırır. Abullah bin Zübeyr bu daveten büyük bir korkuya kaplır ve geçenin karanlığından istifade ederek Mekke‘ye kaçar. İmam Hüseyin Velit‘le mülakata gitmeden Abdulah bin Zübeyr‘e döner ve şöyle buyurur: Ben uykuda Muaviye‘nin evinden alevlerin yükseldiğini ve minberinin alt üst olduğunu gördüm. İmam Hüseyin bu gece davetinin bir hile ve de tuzak olduğunu anlamıştı. İmam tedbirli davranarak akraba yarenlerinden 30 kişilik silahlı bir grupla Vali‘ye gider ve yanındaki dostlarına eğer bir tehlike sezerlerse olaya müdahale etmelerini beyan eder. Vali söze başlar aynen İmamın tahmin etiği gibi Muaviye‘nin ölümünü haber verir. Yezit‘e biat meselesini gündeme getirir. İmam şöyle buyurur: Benim gibi birinin gizli biat etmesi doğru değildir, sende böyle bir biate razı olmamalısın bütün Medine halkını biatlerini yenilemek için davet etiğinde bizde bu işi yapmaya karar alırsak o mecliste diğer müslümanlarla birlikte biat ederiz. Yani bu biat Allah rızası için değildir halkın ilgisini toplamak içindir o yüzden allenen yapılması icab eder. Velit İmam‘ın bu sözünü kabul edip biatın illa da gecenin o saatinde olmasına ısrar etmez. İmam Hüseyin çıkmak üzereyken orada hazır olan fitne başı Mervan bin Hakem ima yoluyla İmamı serbest bırakmamasını eğer şimdi ondan biat alamasa oluk oluk kanlar akıtsada bu biatı alamıyacağını belirtir, neden mi Mervan bin Hakem böyle düşündü zira İmam valiyle uzlaşıcı lisan ve yol gösterici bir uslupla konuştu. Vali bu bilge karşısında durakladı delileri onu ikna etti ama bin kere biat etsede biatında durmaz Mervan‘ın eli yahudi ellidir diyen İmam Ali‘nin sözünün hakikati orta yere geliyordu. Şeytan olan Mervan İmam Hüseyn‘in katiyetle biatı red etiğini anlamıştı. Zaten bunudan dolayı bu gece tuzağı kurulmuştu, çünkü İmam kesin bir dille biatı red etmişti, hemde iki yerde üzerini basarak. Birincisi şuydu ki halkı çağırdığınızda haber verin eğer karar alırsak biat ederiz İmam Hüseyin çok iyi biliyordu onların halkın önünde böyle bir biat istemiyeceklerini, İmam‘ın getireceği deliller halkıda biaten alıkoyacaktı. İkinci olarak bu işte Allah rızası yok halkın ilgisi içindir hayatı rızayı hak olan Hüseyin bin Ali Rıza dışında bir iş yaparmıydı. Plan suya düşmüştü Mervan Vali‘ye Yezid‘in emrine uyarak başını gövdesinden ayırmasını söyler. Bu son derece çirkin hareketen dolayı İmam oldukça kızar ve Mervan‘a dönerek Ey Zerkan‘ın oğlu sen mi beni öldüreceksin yoksa Velit’mi? Bir oldu bittiye getirilmek istenen biat kılıçların şavkı gösterilerek zorla alınmak istenmiş ancak düşmanın hilesini ferasetiyle bozan Hüseyin bin Ali çıkmadan Vali‘ye ve orda bulunanlara nasihat ederek şöyle der:

Ey Vali bizler nübüvvet hanedanı ve risalet madeni meleklerin gidip geldiği ve Allah‘ın rahmetinin kendilerine geldiği kimseleriz. Allah‘u teala İslam‘ı bizimle Hz Muhammed‘le başladı ve bizimle Mehdiy‘le sona erecektir ama benden biat almak istediğin kimse şarap içen ellini suçsuz insanların kanına bulayan ilahi desturları ayaklar altına alan alenen ve halkın gözleri önünde fisku fucura baş vuran bir şahıstır. Acaba benim gibi parlak bir geçmişe sahip olup soylu bir aileye mensup bir kimsenin böyle fasit bir adama biat etmesi doğru olurmu? Fakat bu hususta biz ve siz geleceği nazara alamalıyız o zaman hilafet ve biat makamına hangimizin daha laik olduğunu göreceksiniz ve mecliste kopan gürültü yükselen seslerle İmamın yarenleri mescide girer Mervan‘ın Hüseyin bin Ali‘yi biate zorlama ya da öldürme hayeli suya düşer. Fitnegahtan çıkılır İmam Hüseyin biatı red ederek resmen kıyamı başlatmış ve kıyam nedenlerin ise açıklamış oluyordu, çünkü Beni Ümmeye cinayetlerini peygamber torunu üzerinden meşrulaştırmak istiyordu. Cedinin şehrinde bir yanlızdı artık celatların kılıçları kınlarından çıkmıştı ve cedinin şehri Hüseyn‘in kanına bulandırılmak isteniyordu. Ya İslam‘ın fatihasını okuyacaktı ya da canını orta yere koyacaktı, ya da bu şehirden hicret edecekti. Oysa İmam ilerde şu sözü söyleyecekti: Beni biate zorlamasalar dahi bu cinayetleri kabul etmiyecek bu zulme karşı duracaktım.

Yine burda şu soru akla gelebilir peygamberin mescidinde namaz kılınmıyor muydu? oruç tutulmuyor muydu? Ya da diğer İslam‘i ameller işlenmiyor muydu ki Hüseyin böyle bir kıyamı başlatma gereği görüyordu, üstelik bir cihat söylemi bile vardı. Diyebiliriz ki bütün bu ameler vardı ancak bu namaz ve ibadetler Allah‘ın değil hakim sultanın menfaatleri doğrultusundaydı. Emri bil maruf nehi anil münker halifenin buyruğu altındaydı, ikame namazlar bir bir ordadan kaldırılarak Yezit gibi bir fasıka din adına yol açılmıştı adı İslam olan ançak içi yontulan bir din anlayışı orta yere gelmişti.

Yezit gibi bir fasık Allah‘ın halifesi peygamber hannedanı asi ve yoldan çıkmış lanse ediliyordu. Din artık Beni Ümmeye‘nin ellindeydi, Allah‘ın buyrukları ayaklar altındaydı. İmam Hüseyn‘in önüne din adına zillet getirilmiştir, ya zilleti kabul edip Yezid‘e biat edecekti ya da zillet bizden uzaktır şiarını gerçekleştirecekti. Dostların azlığına halkın vefasızlığından ve topluma hakim olan korku ve dehşeten haberdar olmasına rağmen sonu şahadet olan bu yolu seçmiştir, bu yol uğruna bedeni ok mızrak ve kılıçlara hedef kılmış atların naları altında çiğnenmiştir. Dayandığı yegane kuvvet Rabbi idi ve korumaya çalıştığı yegane varlık dini mubini İslam’dı. Ümmetin derin uykusunun farkında olmuş ve uyanışın ancak Huseyin‘in Rabbi için kurban olmasıyla gerçekleşeceğini ön görmüştü. Ancak Allah rızası için akan pak bir kan Allah‘a kurban olma arzusuna gönül bağlamış bir kudsi tağutun maskesini düşürüle bilir ve bu gaflet duvarını yıkabilirdi.

İmam Hüseyin tüm ızdıraplarla cedinin kabrine doğru gidiyordu, Medine ağlıyordu sessiz ve boğucu düyümlerle, 60 yıl önce peygamberi karşılayan içi içine sığmayan şehir çoşkusunu yitirmişti. Peygamberin ravzası mahzundu artık yıldızların gecedeki kayışını gören yoktu. Fitnenin kol gezdiği bir geceydi derdini anlayan bir gönül arıyordu, rabbi onu cedinin kabrinin kenarına getirmişti mahzun sessiyle peygamberin öptüğü dudaklardan kalbindeki keder akmaya başladı. Selam olsun sana ey Alllah‘ın elçisi ben senin yavrun ve kızın Fatima‘nın oğlu Huseyin‘im. Ben ümmet arasında hidayet ve önderliği için senin halife kıldığın torununum. Ey Allah‘ın peygamberi şahit ol ki onlar bana yardımda bulunmadılar beni korumadılar, işte bunlar sana gelinceye kadar var olan şikayetlerim. Ne acı yalın bir yanlızlık güneşi eritecek kadar hararetli peygamberimize bir sözümüz varmı onu yalnız bırakmadığımıza dair. İmam artık hareket hazırlığındaydı, harakett edeceği günün ertesi ikinci kez cedinini ziyarete gidiyordu. Gece Hüseyin‘in ağlayan kalbine örtüydü dertlerine perdeydi, gönül sırlarının haremiydi cedinin kabri ve başka kime gidebilirdi. Gizlice bakıp ağladığı annesi Seyyidetül Nisa’ya mı ya da Necef‘te yatan Haydar babasına mı. Ya da bakideki mazlum Mücteba’ya mı, ne Musab vardı artık bu şehirde ne Ammar vardı ağlıyacak ne de Ebuzer vardı, zalimin karşısın da haykıracak bir tek Hüseyin vardı birde cedinin dini tağutun hedefinde. Dini korumak için Hüseyin zırh olmalıydı tüm sevdikleriyle ne Rükeyya kalmalıydı geride ne Ali Asker ne de aziz Ali Ekber tüm eşleri kardeşleri kardeşim dediği Beni Haşim‘in kameri ne de annesinin yadığarı Zeynebi azığı ölüm ve asaret olan bu yoldan esirgememenliydi. Esarete aşkla yürünmeli şehadete kucak açmaktı Hüseyin kutsal kıyamın kıyamcısı cedinin yanı başında rabine münacat ediyordu. Allah‘ım bu senin peygamberin Muhammed Mustafa‘nın kabridir ben ise senin peygamberinin kızı Fatıma‘nın oğluyum. Şu anda senin bildiğin bir olayla karşılaşmış bulunuyorum. Allah‘ım ben iyiliği severim kötülükten hoşlanmam ey celal ve ikram sahibi olan Alllah bu kabrin ve bu kabrin içerisinde yatan şahsın hürmetine benim için senin ve peygamberinin rızasına uygun bir yolu mukader eyle. Harezmin nakline göre o gece sabaha kadar İmam Hüseyin‘in yakarış ve ağlama sesleri açıktan duyuluyordu. Ah o ağlayış insanı insan olmaktan utandıran beni yalnız bıraktılar diyordu, korumadılar. Oysa diyordu ben iyilikleri severim kötülüklerden hoşlanmam böyle biri neden yalnız bırakılır, nasıl dayanılır onun bu yanlızlığına? Medine‘de çoktan haber yayımıştı Hüseyin gidiyor, Hüseyin gidiyor.

Gündüzün aydınlığında bu şehrin kudsiyetini koruya bilmek uyananları uyandıra bilmek için etrafına toplandılar. Gitme, gitme İmam Ali’yi, İmam Hasan‘ı hatırlatılar mevcut tehlikeleri dile getirdiler, öldürüleceğini vurguladılar. Ama bunlar onu nasıl durdurabilirdi? Teştire yatırılan cedinin diniydi biat isteyen Firavun‘un ta kendisi ve o şöyle diyordu. Vallahi ben hiçbir zaman zillete boyun eğmiyeceğim, kıyamet günü annem Fatımatu-Zehra‘nın evlatlarının gördükleri eziyet ve üzüntüleri babasına şikayet edecektir.

Kardeşleriyle konuşmalarında babası İmam Ali‘den duyduğu ölümüyle ilgili hakikatleri aktarıyordu. Onların ziyadesinde bilgi sahibi olduğunu ama kıyamdan vaz geçilemiyeçeğini belirtiyordu. Ümmü Seleme koşuyordu, Hüseyin‘im gitme ben cedinden duydum Irak‘ta şehit olacağını, bak bu toprak cedinin bana emanetir senin şahadetinle kana dönecek. İmam Hüseyin buyurur: Ey annecim zan etmeyin ki bunu siz tek biliyorsunuz ben zulümle öldürüleceğim haksızca başımı bedenimden ayıracaklar. Allah‘u teala haremimin ve ailemin avare olmalarını çocuklarımın şehit ve esir düşüp esaret zincirine vurulmalarını ve onların yardım istedikleri halde kendilerine yardımcı bulamıyacaklarını bzizat görmek istiyor. İmam Hüseyin bilmiyerek değil aksine şüphe olmayan delilerle yola çıkıyordu ve kardeşi Muhammed Hanife şöyle diyordu: Kadeşim Yezid‘en kurtulmak için bir yerde durma şehirden şehre git belki bu şekilde güvende olursun. İmam şöyle buyurdu: Kardeşim bana Yezid‘e biat etmemem için şehirden başka bir şehre geçmemi söylüyorsun ama şunu bil ki eğer bu geniş dünyada sığınılacak hiçbir yer olmasa bile yine de ben Yezid bin Muaviye‘ye biat etmiyeceğim.

Bu sözler üzerine Muhammed Hanefi‘nin gözlerinden yaşlar akmaya başladı, hiçbir mazeret onu yolundan alı koyamazdı. O ilahi aşkın destanını kanıyla yazma gidiyordu O meydanın haram zadelere terk edilmemesi dersini veriyordu. O sabırdan sonraki direnişin kurtuluş olduğunu haykırıyordu.O dinim tehlikede olduğunu duyuruyordu. Hiçbir şeyin bundan önde olmadığını haykırıyordu ne evlatları ne malı ne de kendi canı. O zilleti red ediyor izzeti hayatıyla canlandırıyordu. O ayağa kalkmıştı tüm ailesiyle ve de kardeş ve kardeşlerinin çocuklarıyla kendisi yaşadığı toplumu evi şehri hatıralarını Resül kokan bir şehri terk ediyordu. İslam devletinin kurumları felç olmuştu cedinin devletinden bu kangre gidermek için gündüzün aydınlığında yolla çıkıyordu. Musa (a.s) Firavun sultasındaki Mısır‘dan çıkarken okuduğu ayeti okuyordu umarım Rabim beni doğru bir yolla iletir. Medine ağlıyordu Muhammed‘i kuçakladığı o günden sonra nasıl bu hale gelmişti nasıl olmuştu o emanet korunamamıştı. Peygamberin minberi Mervan, Muaviye ve Yezid gibi leş kargalarına kalmıştı. Medine Sağır olmuştu hakkı duymaya duymaya tatlı hurmalıkları unuturmuştu, köşeye itilen hakkı bugün Hüseyin‘e ağlamak nafileydi. O yolla düşmüştü artık aşkın kervanı aşkın meydanında İsmail olmaya gidiyordu. Hacer‘ler İbrahim ve tüm biricik İsmail‘er Medine‘ye gözyaşı kavrulmak kalmıştı Hüseyin‘den geriye.

Ah Medine keşke sarıla bilseydin Hüseynin ayaklarına

Bırakmasaydın o son deve sırtındaki ekini

Ehli abadan kalan emaneti

Hüseyin bendendir ben Hüseyin‘denim vasiyetini

Gün aydınlığında sürgün etmeseydin o sevgiliyi

Peygamber ıtrı yayan cehreden mahrum etmeseydin kendini

Ah Medine bir aşk kervanı daha geçermi sandın

Peygamberi bağrına basmış bağrını neden açmadın

Vefayı nerede yitirdin Hüseyin onu bulmak için yollara düştü

Soğuk suların yeşil bağlarının güzeliğinemi aldandın

Ah medine peygamber sevdiğine yar olmayan

Kabe‘yemi emanet ettin Hüseyni‘mi

Zemzememi onu suya kandır dedin

Neden yapışmadın Hüseynin ayaklarına

Kerbela‘nın bela yağmurlarına yolladın

Hüseyin tek kalkanıydı dinin

Ciğerleriyse kavrulup yanmaktaydı ateş alevi gibi

Ah Medine neden yapışmadın Hüseyin‘in ayaklarına

Kerbela‘nın ateşten kumlarının kucağına onu terk ettin

Elbisesiz uyuyan onu düşmana yem ettin

O kandan bir elbiseyle yerdeydi delik deşik

Sen neredeydin başı bile gövdesine çok görülmüştü

Ya o nazilin sineden varmı haberin

Atların üzerinde koşturulduğu

Hani İslam devletiydin mazlumu koruyan amenete sahip çıkan

Çadırları yanmış peygamber ailesi esir

Yazıklar olsun sana yazıklar olsun sana ey Medine

Peygamber yadı garı Hüseyin‘imi koruyamayan zavalı Medine

Bir avuç toprağındamı yoktu Hüseynim için

Onu Irak gurbetine sürgün etin

Kevser Şimsek



Yeni yorum ekle